Bizim klişe benzetmelerden en güldüğümdür Antalya’ya ‘Türkiye’nin Nice’i’ demek... Bunu popüler olsun diye söyleyen güruh, övgü amaçlı dillendirse de, Antalya’nın her ilçesinde Nice potansiyeli var. Bir yere benzetmeye gerek yok; kendi hikayesini yazmak için sadece yaz sezonu değil; yıl boyunca her imkan var. Dünya Müzikleri Kültür ve Sanat Festivali için gittiğim Side’de bu hissi yine aldım. Evet; yerli turistin Antalya’yla ilgili algısı dev açık büfeli oteller olsa da, bölge bölge yerel hayatla entegre sosyallik, münferit mekanlar ve festivallerle büyüyor.
İçeriği müzik odaklı, Iyeoka gibi dünyaca ünlü bir ismin de sahne aldığı bir festival bu... Ben ilk kez duydum ama 18’incisi yapılacak kadar geleneksel olmuş. Festivalin en güzel yanı normal Side sosyalliğine entegre ve provasız olması. Başta söylediğim gibi, Side, her şey dahil sistemiyle otellerin içine kapatılan turistik sistem dışında da sosyalliği gelişen bir bölge... 4 km.’lik sahil hattı boyunca Güney Fransa’daki restoranları aratmayacak kalitedeki tesislerin sayısı her geçen gün artıyor.
Dönüşen kurgu
Bunlar arasında rafine popülerlik sağlayan mekanlar var. Mesela, Azumare! Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu Jale İnan’ın evi, olduğu gibi korunarak restoran haline getirilmiş. Gün batımı görüntüsü, muhteşem dekoru ve aydınlanma uzmanlığı muhteşem. Mekanın sahibi Mahmut Gökkaya, evrensel normlarda bir restoran hayaliyle, bu mekanı evden dönüştürmüş. Şefin mutfağı da tamamen deneyimsel! Mesela kokoreçle kruvasanın bu kadar yakışacağını tahmin edemezdim... Ceviche’yi orijinal reçetesindeki mısır yerine, leblebi kullanarak tamamlamış. Şef Tuncay Gülcü’nün bu cesur denemesi de muazzam...