Hoş Geldin, Ziyaretçi!

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Türk Tiyatrosu 8. Ünite Özeti

Dijital

Member
Katılım
11 Ocak 2020
Mesajlar
77
Seçim sistemindeki değişiklikler sayesinde 1965'te farklı ideolojileri temsil eden partilerin meclise girmesi mümkün olmuş tur.


  • Ancak demokrasinin temel şartlarından olan düşünce ve ifade özgürlüğünün yerleştiği pek söylenemez. Öyle ki Türkiye İşçi Partisi milletvekili Çetin Altan, Nazım Hikmet'in büyük bir şair olduğunu söyleyince mecliste linç edilmeye çalışılır. Zamanla sansür, basın yasakları, özellikle altmışlı yılların ikinci dönemi için tekrar gündeme gelir
  • Siyasi çokseslilik toplumun çok sesliliğini getirmiş, bunun etkileri günlük yaşama yansımıştır. Artık particilik görülmedik biçimde bireyin kendini tanımlamasında bir kimlik belirteci olmaya başlar. Siyasetin kendisi gibi siyaset adamlarının görüntüsü de söylemleri de bu dönemde değişir
  • Ülkenin sonraki elli yılına damgasını vuracak Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan gibi politikacılar bu dönemde adlarını duyururlar. Siyasi partilerin önderleriyle bütünleşme ve özdeşleştirilme geleneği de bu yıllarda yerleşir ve siyaset tüm gücüyle popülist bir eğilim kazanır.
  • Siyasal gelişimin sonuçlarından biri olarak altmışlı yıllardan itibaren toplumun daha kavgacı bir hale geldiği, genel anlamda daha fazla silahlandığı, şiddete başvurma eğiliminin arttığı gözlenmiştir
  • . İdeolojik farklılıkların ve ülke yönetimi için bulunan çözümlerin akılcı bir yolda ifade edilmemesi giderek artan gerilim ve öğrenci eylemlerindeki şiddet, yeni bir askeri müdahale beklentisini yaratmıştır. 12 Mart Türkiye için acılarla dolu bir dönemin kapısını aralar
  • Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) yönetimsel ve mali özerkliğe sahip bir kurum olarak 1963'te kurulmuştur. TÜBİTAK kuruluşundan bugüne akademik ve endüstriyel araştırma geliştirme çalışmalarını, bilim insanlarının yurt içi ve yurt dışı akademik faaliyetlerini burs ve ödüller ile desteklemektedir.

    TOPLUMSAL GÖRÜNÜM
  • Türkiye'nin kültürel ve düşünsel gelişiminde altmışlı yılların bir tür aydınlanma çağı işlevi gördüğü söylenebilir. Bu yıllarda dergiler ve üniversiteler, düşün yaşamının gelişiminde iki önemli merkez durumundadırlar.
  • Üniversite gençliği, dinamik bir kitle olarak, kendisini Türkiye Milli Talebe Federasyonu, Milli Türk Talebe Birliği, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Dev-Genç gibi farklı ideolojik temellere dayanan gruplar içinde ifade etmiştir.
  • 1968, dünyada olduğu kadar Türkiye'de de gençlik hareketlerinin dönüm noktasıdır. Üniversite gençliğinin eğitim konusundaki taleplerinden yola çıkan hareketler gençlik eylemlerinin başlangıcı olarak görülebilir.
  • Gençlik eylemleri eğitim hakları çerçevesinde iken toplumun geniş kesimince desteklenmiş, ancak 1965'ten sonra siyasal bir kimlik kazanarak şiddet içermeye başlayınca toplumun desteğini yitirmiştir.




  • Altmışların ekonomik yapısına baktığımızda karşımıza sanayileşme ve hızlı büyüme kavramları çıkar. Dönem, liberal ekonomiden planlı ekonomiye geçildiği, yatırım ve gelirlerin ticaretten sanayiye kaydığı, özel teşebbüse olağanüstü destek verildiği, devletin baraj, fabrika ve enerji kaynakları gibi büyük yatırımlar yaparak göz doldurduğu bir dönemdir.
  • Montaj sanayinin gelişimiyle piyasadaki mal bollaşması, malın pazarlanma taktiklerinin geliştirilmesi, kapitalist ilişkilerin güçlenerek yeni tüketim alışkanlıklarının yaratılmasını getirir.
  • Ekonomik yapıya temellenen sınıfsal dengesizlikler, günlük yaşamda yapay üretimlere, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve toplumsal huzursuzluğa, giderek kültürün yozlaşmasına uzanacaktır
  • Önceki dönemin 'her mahallede bir milyoner yaratma' vaadi, şimdi milyoner olma sevdasıyla yanıp tutuşan milyonlar yaratılmıştır. 1960'lı yılların en önemli toplumsal sorunlarından biri olan gelir dağılımındaki büyük fark, toplumsal sınıflar arasındaki uçurumu derinleştirmiştir.
  • Bu uçurumu kapatmak ya da aşmak isteyenlerin yaşam ve tüketim alışkanlıklarında, geleneksel değerlere uyum göstermeyen yönelişler dikkati çeker.
  • '68 kuşağının ilk eylemi Sorbonne Üniversitesi'nde meydana geldi. Gençlerin savaş ve kapitalizm karşıtı düşüncelerini dile getirdikleri, sanat ve özellikle müzikle desteklenen barış ve özgürlük yanlısı eylemleri kısa sürede pek çok ülkeye yayıldı.
  • Türkiye'deki '68 kuşağı da anti-kapitalist düşüncelere yakındır fakat daha fazla siyasallaşmış bir yapı ile kendine özgü özellikler taşır.
  • Çalışarak, emek harcayarak değil kısa yoldan para kazanma, bir anda zengin olma düşüncesi eleştirildiği kadar destek de bulmuştur. Bu tema, altmışlı yıllarda yazılan oyunlarda bolca örneklenir.

1960-71 döneminin temel tartışmalarından biri yine olumlu ve olumsuz yönleriyle gündemde tutulan batılılaşmadır. Avrupa ülkelerine yapılan işçi göçü ve bu yolla kurulan doğrudan etkileşim, batılı yaşam tarzına tanıklığa farklı bir boyut katmıştır.


  • Artık çok farklı çelişkiler görülmeye başlanır. Örneğin salon eğlencelerinde tam bir batılı gibi davranıp düşündüğünü iddia edenlerin, iş yaşamında ve çalışma hukukunda, sözgelimi grev ve toplu sözleşme hakkı konusunda batılı gibi düşünüp davranmadıkları izlenir.
  • Kadın, batılı görünümüyle çalışma yaşamında daha fazla yer almaktadır ama aile ilişkilerindeki geleneksel görevleri de kendisinden beklenmektedir
  • Altmışlı yılların en önemli toplumsal özelliklerinden birisi de göç olgusudur. Büyük kentlerde gelişen sanayi sektörü geniş bir istihdam olanağı sağlamış, daha iyi bir hayat arayışı ile yüz binler köyden kente göç etmiştir. Bu gelişme, doğaldır ki kentleşme sürecinde kültürel yapıda önemli yaralar açar.
  • Göç, sadece köyden kente olmamış, başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın hızlı sanayileşen, fakat işgücü açığı yaşayan ülkelerine de ulaşmıştır. 'Gurbetçi' kavramı, barındırdığı derin sorunlarla birlikte günlük yaşamın bir parçası olur.
  • Kısaca 1960-1971 dönemi, Türkiye'nin toplumsal yaşamı bakımından oldukça hareketli bir dönemdir. Nitelik bakımından birbirinden farklı askeri müdahalelerle başlayıp biten bu on yıllık süreç içinde halk, önceden bilmediği pek çok kavram ve olgu ile tanışmış olur

    ALTMIŞLARDA TİYATRO : TİYATRO TARTIŞMALARI, ÖZEL VE ÖDENEKLİ TİYATROLAR
  • Altmışlara gelindiğinde tiyatromuz her bakımdan atılım yapmaya hazırdır. Tiyatro sanatçıları ve seyirci yetişmiş durumdadır. ü Ödenekli tiyatrolar düzenli temsillere geçeli uzun zaman olmuştur ve artık ilanlarda, oyun broşürlerinde tiyatro adabı, seyir görgüsü değil, oyun yazarları ya da tiyatro türleri üzerine yazılar, tiyatro sorunlarının irdelendiği tartışmalar, öneriler yer almaktadır.

Modern Türk tiyatrosu, dört bin yıllık geleneğe sahip Batı tiyatrosuna yetişmeye çalışmaktadır.


  • Akademik tiyatro eğitiminin kuruluşu bu dönemin en önemli gelişmelerinden biridir. 1958'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne bağlı olarak kurulan Tiyatro Enstitüsü 1964'te dört yıllık lisans eğitimi veren Tiyatro Kürsüsü haline gelmiş ve başkanlığına Prof. Dr. Melahat Özgü atanmıştır.
  • Türkiye'de akademik tiyatro eğitiminin ilk adımı sayılan bu kurum, tiyatromuza önemli katkıları olacak pek çok akademisyen, araştırmacı, eleştirmen ve sanatçı yetiştirmiştir.
  • Altmışlarda Türkiye, toplum ve birey sorunlarını çeşitli platformlarda, çeşitli boyutlarda tartışarak çözümler arayan bir görünüm sergiler.
  • Tiyatro da toplum ve düşün yaşamındaki hareketlilik içinde etkin bir yer almış, tiyatro sanatçıları toplumsal tartışmalara en duyarlı aydın gruplarından sayılmışlardır. Tiyatromuz bu yıllarda hem içinde geliştiği toplumu ve bireyi hem de kendisini tartışmıştır
  • Bu dönemde tiyatromuz üzerine iki temel tartışma başlığı dikkati çeker: Ulusal Türk Tiyatrosu ve Bölge Tiyatroları. İlk başlık altındaki tartışmalar, oyun yazarlığının desteklenip geliştirilmesi ve geleneksel gösteri sanatlarının modern uygulama lar içinde kullanılması olarak iki önemli noktada odaklanmıştır.
  • Genç yazarların oyunlarının sahnelenmesine öncelik tanınması gerektiği, ele aldığımız on yıllık süreç boyunca hemen her yazıda, makale ve tiyatro tartışmasında yer alır. Bölge Tiyatroları ile çok partili döneme geçişte kapatılan Halkevleri'nin yerini bir ölçüde doldurmak, kültürel kalkınmayı üç büyük kent dışında da yaygınlaştırmak amaçlanmıştır. Ne var ki türlü anlaşmazlıklarla bu proje kanunlaşamamıştır.
  • Bu dönemde iki büyük ödenekli tiyatronun da yönetim ilişkileri oldukça hareketli ve tartışmalıdır. 1958'de görevinden ayrılan Muhsin Ertuğrul'un ardından Devlet Tiyatrosu müdürlüğüne Cüneyt Gökçer getirilir.
  • Gökçer, bu görevi sonraki yirmi yıl boyunca sürdürecektir. Şehir Tiyatrosu ise 1965'te belediye üyeleri ile olan bir anlaşmazlık sonucu görevinden ayrılıncaya kadar Muhsin Ertuğrul, sonrasında Vasfi Rıza Zobu tarafından yönetilir.
  • Her iki kurum da altmışlı yıllar boyunca çeşitli yönetim krizleri ve anlaşmazlıklara sahne olmuş, edebi kurul ve repertuar oluşturma konusunda da eleştirilmiştir.
  • Altmışlı yıllarda, Devlet Tiyatrosu'nun görev ve sorumluluklarının, yönetim şeklinin, devlet ve hükümet ile ilişkilerinin bolca tartışıldığı görülür. Bu kurumdaki sanatçıların 'devlet memuru' olarak kimlikleri de önemli tartışma konularından biri olmuştur.
  • Bunun yanında Devlet Tiyatrosu 1960-1970 yılları arasında 84 yerli, 118 yabancı oyun ve 10 çocuk oyunu sergileyerek büyük bir atılım gerçekleştirmiştir.

Genç oyun yazarlarımızın Midas'ın Kulakları, Evcilik Oyunu, Pusuda, Ocak gibi metinlerinden Akif Bey, İstanbul Efendisi
gibi Türk ve Kral Oidipus, Woy-zeck, Kral Lear, Medea, Vanya Dayı gibi dünya tiyatro edebiyatının klasiklerine,


  • Damdaki Kemancı, Kiss Me Kate, My Fair Lady gibi görkemli popüler müzikallere kadar geniş bir repertuvardan söz edilebilir.
  • Devlet Tiyatrosu'nun bu dönemdeki başarılı yapımlarında Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Ergin Orbey, Ulrich Damrau, Max Meinecke, Yücel Erten gibi yönetmenlerin, Turgut Zaim, Refik Eren, Hale Eren, Ersin Satgan gibi sahne tasarımı sanatçılarının,
  • Melek Ökte, Asuman Korad, Şahap Akalın, Salih Canar, Ragıp Haykır, Yıldırım Önal, Muazzez Lutas, Ahmet Evintan, Ümran Uzman, Ali Cengiz Çelenk, Macide Tanır gibi usta oyuncuların büyük payı vardır.
  • Çeşitli yurt içi ve yurt dışı turnelerle etkinliğini arttırmaya çalışan Devlet Tiyatrosu'nun sahne sayısını artırması da bu dönemin olumlu gelişmelerinden biri olarak kaydedilmelidir
  • Devlet Tiyatrosu Ankara'daki Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Üçüncü Tiyatro ve Oda Tiyatrosu sahnelerine ek olarak 1960'ta Yeni Sahne'yi, 1964'te Altındağ Sahnesi'ni açmıştır
  • İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu da altmışlı yıllarda başarılı ama yönetim ilişkileri bakımından çalkantılı bir dönem geçirmiştir. Muhsin Ertuğrul göreve başladığında, iki oyunla perde açan bir Şehir Tiyatrosu devralmıştır.
  • Kısa süre sonra bazıları yurt dışında tiyatro eğitimi almış genç ve dinamik bir grubu, yeni ve modern bir tiyatro atılımı gerçekleştirme amacıyla kadroya alır.
  • 'Muhsin Hoca'nın Kurmayları' olarak tanınan Tunç Yalman, Şirin Devrim, Engin Cezzar, Genco Erkal, Asaf Çiyiltepe, Ayla Algan, Beklan Algan, Nüvit Özüdoğru, Güngör Dilmen, Zihni Küçümen, Ergun Köknar, Hamit Akınlı, Çetin İpekkaya, Doğan Aksel, Duygu Sağı-roğlu, Mengü Ertel gibi oyuncu, yönetmen, sahne tasarımcılarından oluşan bu genç sanatçı grubuna tiyatronun eski kuşak kadrosu pek de olumlu yaklaşmaz.
  • Altmışlı yıllar boyunca Hamlet, Satıcının Ölümü, Fizikçiler, Sezuan'ın İyi İnsanı, Tartuffe, Köşebaşı, Dilekçe, İsyancılar, Kahvede Şenlik Var gibi pek çok başarılı yapım Şehir Tiyatroları sahnelerinden seyirciye sunulmuştur. Bir yanda başarılı prodüksiyonlar sergilenirken diğer yanda kurum içinde eski-yeni kuşak çatışmaları yaşanır.
  • 1965'te ise Şehir Tiyatrosu'nun yönetim ve belediye ile ilişkilerini belirleyen tasarı değiştirilmiş, tüm itiraz ve protestolara karşın Okuma Kurulu'na ek olarak bir Denetleme Kurulu'nun oluşturulması ve bunun da belediye kurultayı üyelerinden seçilmesi kabul edilmiştir.
  • Açıkça sansür anlamına gelen bu karar, Muhsin Ertuğrul'un istifa nedeni olur. Muhsin Ertuğrul, Türk Tiyatrosu Dergisine yazdığı ve bir bölümünü bu ünitenin başında alıntıladığımız yazıdan sonra tiyatrodan ayrılır. Altmışların ikinci yarısı Şehir Tiyatrosu için sönük bir dönem olmuştur.




  • 1970 yılı başında Harbiye Tiyatrosu'na taşınan Şehir Tiyatrosu, 55 yıl boyunca 368 oyunun sahnelendiği Tepebaşı Dram Tiyatrosu'na sonsuza dek veda eder. Zira kısa süre sonra ard arda çıkan yangınlarla Tepebaşı Dram Tiyatrosu tamamen yok olur. ü Şehir Tiyatrosu sanatçıları ile belediye görevlileri arasında yaşanan anlaşmazlık çeşitli eylemlerle protesto edilmiştir. 1966'da tiyatro yazarları bir bildiri yayınlayarak Muhsin Ertuğrul görevine dönene kadar ŞT'na oyun vermeme kararı aldıklarını açıklarlar




  • Altmışlı yıllar, pek çok açıdan öncü rol oynayan özel tiyatroların nitelik ve nicelik olarak atılım dönemidir. 1950'lerin sonunda özel tiyatrolarda başlayan hareketlilik, yetmişli yılların ortalarına kadar ivmesini koruyacaktır.
  • Bu dönemde bir yandan kendini ortaya koyan burjuva alışkanlıkları bir kültürel etkinlik olarak popüler tiyatroya gereksinim duyarken, öte yandan anti-kapitalist düşüncenin toplumca tanınıp yaygınlaşması da yeni bir tiyatro hareketi doğurur, koşullar. Yetmişlerde belirginlik kazanacak işçi tiyatrosu uygulamalarının kaynağı, altmışlı yıllara dayanır




  • Bugüne dek varlığını, çizgisini korumuş Kenter Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu, gibi topluluklar, altmışlı yıllarda kurulmuştur. Bunların yanı sıra bir iki sezon yaşayabilen, gerek kadro gerekse mekân ve maddi sorunlarla savaşmada dayanıklı olamayan sayısız topluluk kurulmuş, dağılmıştır.




  • Daha önce denenmemiş, batıdaki örneklerden yola çıkılarak uygulanmaya çalışılan "Korku Tiyatrosu", "Sandwich Tiyatrosu",

"Psikolojik Tiyatro" gibi ilginç, farklı tiyatro denemeleri de altmışlı yıllarda seyirci çekmeyi başarır.


  • Bu dönemin bir başka önemli başlığı da "Kabare Tiyatrosu" örnekleri ve Geleneksel Türk Tiyatrosu ögeleriyle epik tiyatro anlayışını kesiştiren amatör/profesyonel gruplardır. Bu iki başlıktan ilki Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nun ardından açılan, kimisi kabare çizgilerinin dışında kalıp salt eğlenceye yönelen uygulamalardır.





  • Altmışların kabare toplulukları denilince Devekuşu Kabare Tiyatrosu yanında Üç Maymun Kabare ve Pisi Pisi Kabare Topluluğu'nu anmak gerek. Yukarıda değinilen ikinci başlık ise, popüler tiyatronun dışında kalan, tiyatro anlayışını ideolojik altyapı ile besleyen, özgün ve Türk Tiyatrosunun kimliği üzerine yoğunlaşan, kimi amatör kimi profesyonel Halkoyuncuları, Genç Oyuncular, Devrim İçin Hareket Tiyatrosu gibi tiyatrolardır.
  • Ayrıca üniversite toplulukları ve tiyatro şenliklerinin, altmışlı yıllar tiyatro yaşamına getirdiği dinamizm, gözardı edilmemelidir. Kaldı ki bu yönelişin izleri, cılız ve içine kapalı da olsa bugün de sürmektedir.
  • Altmışlı yıllarda farklı ideolojilerin tiyatroya yaklaşımları da farklı olur. İktidara gelmeleri halinde sanatı destekleyeceklerini vaad eden grupların karşısında sinema, tiyatro, bale okullarını kapatmayı, futbol maçlarını tamamen yasaklamayı va-ad eden gruplar da olmuştur.
  • Muhafazakâr ve gerici hareketler güçlenip tiyatroya karşı baskı ve saldırıları devreye soktuğunda, özel tiyatrolar yolunu bulmuş, hızını almış durumdadır. Yine de altmışlı yıllar tiyatrolara yapılan saldırı ve yasaklamalara sahne olmuştur.
  • İlk akla gelen, Bertolt Brecht'in yazdığı Beklan Algan'ın yönettiği Sezuan'ın İyi İnsanı temsilinde 'komünizm propagandası yapıldığı' iddiasıyla yapılan saldırıdır. Oyunun afişleri yırtılır, tiyatronun camları kırılır, kulisteki sanatçılara saldırılır. Olayın ardından sıkıyönetimce sakıncalı bulunan oyunun, bilirkişi heyetinin 'takipsizlik kararı' vererek temsiline devam edilmiştir




  • Kabare, güncel siyasal konuları, toplumsal ve kültürel yaşamdaki yozlukları, iğneleyici bir dille parodi, skeç, müzik vb biçimler aracılığıyla gülünç ama acı bir açıyla sergileyen, doğaçlamaya açık bir tiyatral türdür. ilk kez 1881'de ressam Salis tarafından Paris'te Le Chat Noir adlı cafede gerçekleştirilmiştir.




  • Kabare türü Türkiye'de 1960'ların ortalarından başlayarak en tanınmış örneklerini 1970'lerde vermiştir.

    ALTMIŞLARDA OYUN YAZARLARI VE OYUNLARIN BİÇİMSEL YÖNELİMLERİ
  • 1960-1970 yılları arasındaki dönem Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Nazım Kurşunlu, Orhan Asena, Çetin

Altan, Refik Erduran ve Turgut Özakman gibi 1950 kuşağı yazarları ile Güngör Dilmen, Sermet Çağan, Adalet Ağaoğlu, Güner Sümer, Vasıf Öngören, Turan Oflazoğlu, Cahit Atay ve Erol Toy gibi 1960 kuşağı yazarlarının buluştuğu bir kesittir. Bu yıllarda yerli oyun sayısında büyük bir artış olmuştur.


  • Oyun yazarlarımız kent orta sınıfının, kır ve gecekondu yaşamının sorunlarını, devlet yapısındaki bozuklukları, değer yargılarında yaşanan değişimin yarattığı olumsuzlukları ele almışlardır,




  • Altmışlı yılların oyun yazarlığında içerik ve biçimsel olarak çeşitlilik izlenir. İçerikteki çeşitliliği tema sayısında değil, yazarların konuyu işleyişteki ayrıntılarında aramak daha doğru olacaktır.




  • Oyun yazarları ele aldıkları konuyu daha iyi ifade etme amacıyla, o güne kadar izlenen biçimsel kalıpların dışına çıkma eğilimi göstermişlerdir. Yazarlar kimi zaman bireyin iç dünyasına eğildikleri oyunlarda, bu soyut dünyanın ayrıntılarını, yine soyut ve simgeci yaklaşımlarla dile getirirler.
  • Güngör Dilmen'in Küp Hamit ve Avcı Karkap, Gülten Akın'ın Kapılar Pencereler, Batak, Çıkış ve Adalet Ağaoğlu'nun Çıkış adlı oyunları bu eğilimin en belirgin örneklerini içerir. Ayrıca bireysel sorunları ele alırken tamamen kişinin dünyasına, duygu ve düşüncelerine odaklanma amacıyla tek kişilik veya iki kişilik oyunlara yöneldikleri de söylenebilir.




  • Türk oyun yazarlığının tek kişilik veya iki kişilik oyunlarının Çiçu, Yağmur Sıkıntısı, Tut Elimden Rovni, Mikado'nun Çöpleri, vb en önemli örnekleri, altmışlı yıllarda yazılmıştır,
  • Bir başka yönelim olarak tarih, mitoloji ve efsaneden yararlanma yanında dramatik kalıpların dışına çıkarak konuyu evrensel bağlamda irdeleme de yazara hem düşünsel bir özgürlük alanı açmış, hem de temayı daha geniş bir perspektifte sunma olanağı sağlamıştır.
  • Güngör Dilmen'in, Turan Oflazoğlu'nun Turgut Özak-man'ın tarih, efsane ve mitolojiden yola çıkarak biçimledikleri oyunları, Aziz Ne sin'in, Sermet Çağan'ın, Sabahattin Kudret Aksal'ın, Melih Cevdet Anday'ın soyutlamaya dayanan metinleri, konunun evrensel bir düzlemde tartışılmasının en önemli örneklerini oluşturur
  • Cevat Fehmi Başkut'un Ayna, Öbür Gelişte ve Ölen Hangisi, Şahap Sıtkı İlter'in Ayrı Dünyalar adlı oyunları, aslında dramatik yapıyı izlemesine karşın gerçek üstü öğeler de içerir. Oyun kişisi olarak şeytanı ya da azraili sahneye getirme, sihirli bir ayna dramatik gelişimi kırmadan, öykünün doğallığı içinde yansıtılmıştır.
  • Yine dramatik yapının tamamen bir yana bırakılmadığı kimi oyunlarda anlatıcıya yer verilmesi de dikkat çekmektedir. Epik, göstermeci bir yapı taşımamasına karşın anlatıcı ya da kimi oyun kişileri, seyirciye yönelerek yazarın dikkat çekmek istediği ayrıntıları imlerler.
  • Cahit Atay'ın Ana Hanım Kız Hanım, Adalet Ağaoğlu'nun Bir Sessiz Adam, Talip Apaydın'ın Bir Yol gibi oyunlarında, oyun kişilerinin anlatıcı işlevine de zaman zaman tanık oluruz

Biçimsel eğilimler içinde Ulusal Türk Tiyatrosu'nu yaratma kaygısı, yazarları geleneksel biçimlerin değerlendirilmesine
yönlendirmiştir.


  • Haldun Taner, Turgut Özakman, Mehmet Akan, geleneksel tiyatro biçimlerini çağdaş bir anlayışla bütünleştirmişlerdir. Vasıf

Öngören ve Sermet Çağan da epik tiyatro biçiminin Türk Tiyatrosundaki en önemli örneklerini vermişlerdir. Haldun Taner, geleneksel ve epik biçimi renkli bir bütün içinde ele alarak kabare formunun en değerli örneklerini sunar.


  • Absürd, simgeci ya da şiirsel yaklaşımların kimi zaman yüzeysel bir anlayışla denendiği oyunların varlığı da unutulmamalıdır. ü Öte yandan, siyasal hareketlenme ile birlikte gelişen epik ve siyasal tiyatro anlayışının olgun örnekleri yanında pek çok yüzeysel, sloganlara dayanan ve dramatik bütünlüğü kurulamamış örneklerine de rastlanmaktadır.
  • Dönem eleştirmenlerinin belirttiği gibi özellikle epik ve absürd tiyatro biçimi, amatör topluluklarca benimsenmiştir
  • 1960'lı yıllar boyunca Avrupa tiyatrolarında ağırlıklı olarak kültürler-arası deneysel çalışmalar yapılmış, tiyatro antropolojisi üzerine tartışmalar ağırlık kazanmıştır. Tiyatromuz aynı dönemde bu alandan deği Avrupa'da da hala gündemde olan epik tiyatro, absürd tiyatro gibi türlerden daha çok etkilenmiştir

    ALTMIŞLARDA OYUN YAZARLIÐIMIZ VE TEMATİK YÖNELİMLERİ
  • Dönemin oyunları incelendiğinde bu tartışmaların iki temel grupta toplandığı görülür: Siyasal Ve Ekonomik Yapıya Odaklanan Oyunlar, Toplumsal Ve Kültürel Yapıyı Tartışan Oyunlar.
  • Her iki yönelişte de konuları ele almada bir çeşitlilik gözlenir. Oyun yazarlığımız altmışlı yıllarda dinamik, günün sorunlarını derinlemesine kavrayan bir nitelik taşır,
  • Siyasal Ve Ekonomik Yapıya Odaklanan Oyunlar
  • Oyun yazarı konuyu hangi çevrede (devlet mekanizması, tarihsel çevre, kent, köy veya gecekondu yaşamı) biçimlerse biçimlesin altyapı ve üstyapı ilişkisi bağlamı daima varlığını korur. Başka bir deyişle yazar, bu eğilimde ekonomik-siyasal-top-lumsal yapı arasındaki ilişki ve çatışmalara dikkat çekmeyi hedeflemiştir.
  • Ekonomik düzenin acımasız çarkları içinde eriyen ve dağılma tehlikesiyle karşı karşıya gelen aileler, diğerinin sırtına basarak yükselen çıkarcılar, bürokratik engellerle avunanlar ve bu engellere takılıp kalanlar, vatandaşı sömürenler, parası olmadığı için ezilenler bu grubu oluşturan oyunlarda örneklenir... Kısacası düzeni yürütenler ve çarkın dişlileri arasında sıkışanlar oyun yazarlarının merceği altına alınmıştır.
  • Altmışların oyun yazarları ekonomik siyasal yapıdaki değişim ya da bozulmanın görünen nedenlerini devlet kurumları ve görevlilerindeki aksaklıkları ele alarak irdelerler.




  • Recep Bilginer, Çetin Altan, Cevat Fehmi Başkut, Haldun Taner, Orhan Asena ve Aziz Nesin'in bu bağlamdaki oyunları, rüşvet ve yolsuzluğun egemen olduğu devlet kurumlarına, yetersiz ve bilgisiz yöneticilere, bürokrasi çarkı içinde sürüklenip duran vatandaşın açması durumuna dikkat çeker.
  • Bu yıllarda devletin kurumlarında yaşanan aksaklıklar, toplum geneli tarafından da önemli şikâyet konusudur. Bu başlıktaki oyunlarda devlet mekanizmasındaki aksaklıkların en canlı örnekleri görülebilir.
  • Rüşvetle işgören memurlar, kurnaz odacılar, günün popüler söylemleri ve koltuk sevdasıyla kendini var eden müdürler ile işi bir türlü görülmeyen vatandaş... Hepsi seyircinin çok yakından tanıdığı kişi ve durumlarla komik, ama elbette acı bir ifade bulur.




  • Özellikle Çetin Altan Dilekçe ve Recep Bilginer Ben Devletim adlı oyunlarında sabit ve dar gelirli memurun durumunu sergilerler. Bu iki oyunda memur içinde bulunduğu düzenin bir parçası olarak rüşvet almasının nedenlerine de değinilerek işlenmiştir.




  • Bir başka deyişle geçim sıkıntısını rüşvetle desteklemeye çalışan sabit gelirli bireyin acınası durumu yansıtılmıştır, Tüm bunlar aslında ekonomik ve siyasal değişimin görünen nedenleri ile bir anlamda sonuçlarıdır

Siyasal ve ekonomik yapıyı ele alma konusunda kimi yazarlarımız temeldeki nedenleri irdelemeye yönelmişlerdir. Yazar, devlet sisteminin temeline yönelik değerlendirmelere girişir. Düzendeki aksaklıklar, altyapı ve üstyapı ilişkisi vurgulanarak gösterilir.

Burada çok enteresan bir ayrım vardır. Bu sorunların dile getirildiği oyunlarda yazarların daha çok tarih ve efsaneye yaslanarak sorunu ortaya koydukları ya da soyutlamaya dayanarak evrensel bir bağlama yöneldikleri görülüyor.
Sözgelimi Orhan Asena Simavnah Şeyh Bedreddin adlı oyununda düzenin değişmesi gerektiğine inanan fakat kaçınılmaz olarak giderilen bir hünkârı, vaktinden önce gelen bir sosyalizm anlayışını, toplum ve devlet düzenini değiştirme çabasını yansıtmıştır.

Erol Toy ise Pir Sultan Abdal adlı oyunuyla, yine Orhan Asena At- çalı Kel Mehmet ile devlet düzenindeki aksaklıkların temeline dikkati çekerek,halkın, kurtuluşu devletin dışında arayışlarını vurgulamışlardır.
Öte yandan Sermet Çağan'm Ayak Bacak Fabrikası adlı oyununda, kapitalist sistemin çarklarını, Türkiye gerçeğinin bir parçası olarak feodal yapı kalıntılarını, yabancı sermaye ile yerli işbirliğinin devlet ile ortaklık kurarak halkı sömürmesini evrensel bağlamda dile getirir.
Aziz Nesin, Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı'nda uluslar arası ekonomik ve siyasal ilişkilerin çıkar birlikteliğine eğilerek, yansımalarına değinmiştir. Ekonomik ve siyasal çıkar ortaklığının sistemdeki çarpıklığı, biçimsel olarak gerçekçi örneğini Recep Bilginer'in İsyancılar adlı oyununda bulur.
Bu oyunda seyircinin adalet duygusunu kanatan bir muhtar aracılığıyla yerel yönetim-parti-hükümet-sermaye ilişkisi düzenin bozukluğunun temel nedeni olarak gösterilmiştir.

Öte yandan oyun yazarları ekonomik ve siyasal yapıdaki bozukluğun sonuçlarını aile ilişkileri ve birey bağlamında yansıtmışlardır. Burada altı çizilmesi gereken nokta ailedeki parçalanmanın, geleceğe dair güvensizliğin, bireydeki olumsuz etkilerin, siyasal ekonomik yapıdaki aksaklıkların bir sonucu olduğunun özellikle vurgulanmasıdır.
Aile parçalanır ya da parçalanma tehlikesiyle yüz yüze gelir ama bu, kuşak çatışmasına ya da yoksulluğa bağlı da olsa, ekonomik siyasal yapının bir dayatmasıdır.
Bireyler aileden kopup kendi özledikleri yaşamı kurma arzusundadırlar ama bu, iç çelişkilerinden ya da değer çatışmasından değil, ekonomik siyasal yapının getirdiği bir sonuca bağlanır.
Sözgelimi Turgut Özakman, Ocak'ta bunalım içindeki bir aileyi ele almıştır. Ailenin bu hale gelmesinin, dağılma tehlikesiyle yüz yüze kalmasının temel nedeni, ekonomik bozukluktur.

Vasıf Öngören Almanya Defteri'nde kısa yoldan zengin olan bir 'mahalle milyoneri'ni ve kendi hayallerinin peşinden sürüklenen bir aileyi sahneye getirir. Burada da siyasal ekonomik düzenin, aile kurumu ve birey üzerindeki etkileri ele alınmıştır.
Ellili yıllardan itibaren gelişmeye başlayan varsıl zümre ile çarka ayak uyduramayan ve daha dün kendine yettiği halde bugün yoksulluk içinde kalan ailenin, bireyin sorumlu su ekonomik ve siyasal yapıdaki bozukluk olarak gösterilir.

Her devrin adamı olmak, siyasal rüzgâra göre yelken açıp ekonomik gücünü yitirmeme adına çıkarlarını kollamaktan başka bir şey düşünmeyenler ile onurlu bir yaşam sürme ve ma nevi değerlerini yitirmeme gayretindeki birey ve aile, bu oyunlarda karşı karşıya getirilir.
Toplumun genel görüntüsü de altmışlı yıllarda bu karşıtlığı canlı biçimde barındırmaktadır. Bu oyunlarda genç kuşağın görselleşmeye ve yozlaşmaya başlayan kültürün, magazin basınında geniş yer alan kolay kazandığını kolay harcamaya yönelen yeni egemen sınıfın yaşam biçimine özenme eğiliminde olduğu vurgulanır.

Mehmet Akan'ın Ham Hum Şaralop adlı oyununda anne Herdemnazik ile kızı Bazannazik, 'Bayat' mecmuasında gördükleri ve hayalini kurdukları yaşama ulaşmak için ne gerekiyorsa yaparlar. Orhan Kemal'in İspinozlar adlı oyununda evin kızlarının elinden düşürmediği magazin dergileri vurgulanır.

Yani oyun yazarlarımız, bireyin ekonomik siyasal yapının etkisiyle başka bir yaşam biçimine özendirildiği için manevi değerlerden uzaklaşmakta olduklarının altını bu oyunlarla çizmişlerdir. Aile yine bu yapının getirdiği olumsuz sonuçların kıskacındadır.

Ekonomik siyasal yapının birey üzerindeki sonuçları, en etkili örneğini Asiye Nasıl Kur-tulur'da bulur. Vasıf Öngören düzenin bireyi zorladığı davranış ve yaşam biçimi ile burjuva değerlerini çatıştırarak sömürüye dayalı düzene dikkat çeker.

Haldun Taner Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım ile düzenin yarattığı, karşıt özelliklerle donatılmış iki bireyi, Efruz ve Vicdani'yi sahneye getirerek siyasal ve ekonomik yapının sonuçlarını sergiler.
Aziz Nesin Toros Canavarı'nda değerlerini korumak için bilinçli ya da bilinçsiz olarak içine, evine, ailesine kapanan, suskunluğu yeğleyen bireyin, 'canavarlığın' itibar gördüğü bir düzendeki zavallılığını, ezilmişliğini vurgular. Bu anlamıyla oyun yazarları toplumda ve bireyde izlenen bozulmanın nedeni olarak siyasal ekonomik yapıdaki bozukluğu görürler.



  • Toplumsal ve Kültürel Yapıyı Tartışan Oyunlar
  • Bireyi irdelerken siyasal ekonomik düzlem elbette yadsınamaz ama burada vurgulanan, oyun yazarlarının bireyi ön plana alıp iç çelişkileri ve toplumla çelişmesi bakımından incelemeleridir. Bir başka deyişle siyasal ekonomik yapı bu oyunlarda bir fon olarak yansıtılmıştır.
  • Bu bağlamda yazarların sahneye çeşitli toplum ve birey fotoğrafları getirdiklerini söyleyebiliriz. Birey ve aile büyüteç altına alınmıştır. Evlilik kurumu, kadın-erkek ilişkileri, bireyin iç dünyasındaki çelişmeler, töre ve toplumsal normlarla yüzyüze kalan birey ayrıntılarıyla çizilmiştir.

Adalet Ağaoğlu Evcilik Oyunu ile evlilik kurumuna, toplumsal yapının bireye dayattığı kalıplara dikkati çeker. Güner Sümer Yarın Cumartesi ile, Çetin Altan Yedinci Köpek ile toplumsal önyargıya değinirler.


  • Aydınlar yetmişli ve seksenli yılların oyun yazarlığında olduğu gibi çok yönlü ve yoğun olarak ele alınmaz belki ama Adalet Ağaoğlu'nun Bir Sessiz Adam, Çetin Altan'ın Mor Defter adlı oyunlarında ve özellikle de köy oyunlarındaki öğretmen tipleriyle gündeme getirilir
  • Oyun yazarlığımızın bu dönemde gösterdiği iki temel eğilim arasındaki ayrımı biraz daha netleştirmek gerekirse, bu oyunlarda sergilenen yoz yaşam biçiminin ekonomik siyasal nedenlerini göstermek ya da sorumlu tutmak yerine, bu görüntünün çelişkileri ve olumsuzluklarının vurgulandığı söylenebilir.
  • Bu başlık altında değerlendirilen oyunlarda aile ekonomik ve siyasal yapının bir sonucu olarak değil, bireyin iç dünyasının ve duygusal beklentilerinin karşılanamaması nedeniyle huzursuzluklar, ayrılıklar yaşar.
  • Vüs'at O. Bener'in Ihlamur Ağacı, Turgut Özakman'ın Paramparça, Oktay Rifat'ın Yağmur Sıkıntısı, Cevat Fehmi Baş-kut'un

Üzüntüyü Bırak adlı oyunlarında olduğu gibi. Ya da tam tersi olarak aile sadece duygusal bağları nedeniyle bir arada kalmayı başarır.



  • Güner Sümer'in Yarın Cumartesi oyununda olduğu gibi... Bireyin iç dünyasının ve yakın ilişkilerinde yaşadığı çelişmelerin en etkili örneklerini, yazarların evrensel bağlamda yansıttıkları oyunlarda buluruz. Melih Cevdet Anday'ın Mikadonun Çöpleri ve İçerdekiler adlı oyunları bu bağlamda dönemin en önemli ve etkili oyunları olarak görülmelidir.
  • Burada bireyin karakter ayrıntıları, mutsuzluk nedenleri sorgulanır. Birey toplum baskısından rahatsızdır ve kendini gerçekleştirme, ifade etme çabası içindedir.
  • Bu nedenle de erkek-kadın ilişkilerinde genellikle toplumsal kimliklerinden soyutlanmış, sahnede tamamen kendi dünyasının özellikleri ve beklentileriyle başbaşa bırakılan bireyi görürüz.

 bir eş, bir anne, bir meslek sahibi olmanın ötesinde duygu ve düşünceleriyle var olan 'birey'dir... Aziz Nesin Çiçu ile yalnızlığından ve yabancılaşmışlığından kurtulmak için toplumun onayladığı yaşamı, daha açık bir ifade ile burjuva yaşam biçimini sürmeye karar veren bireyin mutsuzluğunu ele alır.



  • Güngör Dilmen Avcı Karkap ve Küp Hamit'te yine evrensel bağlamda bireyin çelişkilerini, kendini gerçekleştirme özlemini dile getirmiştir. Oktay Rifat ise Atlarla Filler'de toplumsal kurallar içinde, davranması gerektiği gibi davranan bireyin iç dünyasını sahneye getirerek bireyin çelişkilerini somutlaştırır.
  • Altmışlı yılların oyun yazarlığında önemli bir eğilim de köy, kasaba ve gecekondu gerçeklerine yönelme eğilimi olarak belirtilmelidir. Yazar ekonomik ve siyasal yapıyı irdeleme bağlamında köye yöneldiğinde köylünün yoksulluğunu, bu yoksulluğun ve cahilliğin nedenlerini sorgular, sonuçlarını gösterir.
  • Günün Türki-yesi'nin bir gerçeği olarak köylüyü topraklandırma kanununu, feodal yapı kalıntıları olan büyük toprak sahibi ağalar ile işbirliği kuran iktidarlar nedeniyle çıkarılmamakta, işlerliğe konmamaktadır.
  • Dahası, bu ortaklık sayesinde yoluna uydurularak köylünün ve devletin topraklarını ele geçiren ağalar, kırsal yaşamda temel baskı unsuru, daha da önemlisi, devletten daha güçlü - ya da eş- bir otoriteyi, iktidarı kullanmaktadırlar.
  • Cevat Fehmi Başkut Buzlar Çözülmeden ve Hepimiz Birimiz İçin'de, Recep Bilginer İsyancılar'da, Talip Apaydın Bir Yol'da,

Ünal Akpınar Bozkır Dirliği'nde, Necati Cumalı Tehlikeli Güvercin'de köy sorunlarını siyasal ekonomik ilişkiler bağlamını vurgulayarak ele almışlardır.


  • Bu oyunlarda Anadolu insanının eğitilmemesi, kurulu düzeninin bozulmaması için elbirliği yapan ağalar, muhtar ve din adamları ekonomik çıkar birlikteliği içinde gösterilir. Köy yaşamının gerçeklerine toplumsal ve kültürel çelişkiler bağlamında eğilen yazarlar ise konuyu töre baskısı, kan davası, evlilik sorunları (kız kaçırma, kuma, kısırlık), boş inanç, köy kadınının durumunu yansıtarak ortaya koyarlar.
  • Burada ağa baskısı, gücünü aldığı siyasal ekonomik ilişkileri bağlamında değil, gücünü gösterdiği yaptırımlarıyla işlenmiştir. Elbette ağa gücünü sahip olduğu geniş topraktan alır ama bunun nedenleri ve bağlantıları değil, güncel yaşama yansımaları vurgulanmıştır.
  • Sözgelimi Cahit Atay Pusuda adlı oyununda, ağanın cahil ve iyi niyetli köylü üzerindeki etkisini vurgulamıştır. Her iki yaklaşımda da yazarların birleştiği nokta olumsuzlukların nedeninin cehalete bağlanmış olmasıdır. İdealist köy öğretmenleri, köy oyunlarının neredeyse vazgeçilmez bir parçasıdır.
  • Yazarlar kentsel yaşamdaki gelişmelere karşın köy yaşamının değişmezlerini de vurgulamışlar, köy kadının durumunu gözler önüne sermişlerdir. Cahit Atay Sultan Gelin ve Ana Hanım Kız Hanım'da köy kadınının günlük yaşamdaki çilesini örnekler.




  • Kimi oyunlarda da köy kadını doğru bildiğinden şaşmayan, mert, korkusuz biçimde yansıtılmış, bir anlamda idealize edilmiştir. Kuma sorunu ise en etkili örneğini kuşkusuz Güngör Dilmen'in Kurban adlı oyununda bulur.




Altmışların Türkiyesi'nin bir gerçeği olarak gecekondu sorunu da oyun yazarlarının eğildikleri konular arasında yerini almıştır.
Bu başlıkta Haldun Taner'in Ke- şanlı Ali Destanı ile Oktay Rifat'ın Çil Horoz adlı oyunları dönemin en önemli metinlerinin başında gelir.


  • Ayrıca bu iki oyun belirtmeye çalıştığımız iki temel eğilimi de örnekler. Haldun Taner gecekondu yaşamını siyasal ekonomik yapıya te-mellendirip ayrıntılarla işlerken, Oktay Rifat siyasal ekonomik yapıyı silik bir fon olarak kullanarak gecekondu yaşamını, bireylerin çıkmazları, özlemleri ve kendine has bir yaşam düzeni içinde yansıtmıştır.
  • Altmışlı yılların oyun yazarları, toplum genelinin şikâyetlerini dile getirir. Düzen bozukluğu, halkın, düzen dışından kahramanlara umut bağlamasıyla vurgulanmıştır. Bu anlamda da Türk Tiyatrosu'nun en renkli anti-kahramanları ile karşılaşırız.




  • Keşanlı Ali, Kerpiç Memet, Şeyh Bedreddin, Atçalı Kel Mehmet, Pir Sultan Abdal, devletin yapamadığını yapmak, uzanamadığı yere uzanmak, adaletsizlikleri çözümlemek için yaratılmış kahramanlardır.
  • Sonuç olarak, oyun yazarlığı geleneğimiz, altmışlı yıllarda gerek içeriksel gerekse biçimsel olarak zengin, ayrıntılarla derinleşen, nitelik ve nicelik bakımından büyük bir gelişmeyi sonraki dönemlere devretmiştir. Altmışlar Türkiyesi'nin sorunları, evrensel sorunlarla birlikte, oyun yazarlarımızın kaleminde etkin, sağduyulu örneklerini vermiştir.
  • Ele aldığımız dönem, siyasal, toplumsal, bireysel, kültürel ve evrensel konuların cesaretle ele alındığı, öz ve biçim uyumunun titizlikle gözetildiği oyunların yazıldığı heyecanlı bir kesittir.


DÖNEMİN ÖNE ÇIKAN, ETKİLİ OLAN OYUNLARI



  • Altmışlı yıllarda yazılmış oyunlardan bazıları sahnelendiğinde de büyük etki yaratmış, büyük destek ve ilgi görmüştür. ü Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı, Vatan Kurtaran Şaban, Güngör Dilmenin Midas'ın Altınları, Canlı Maymun Lokantası, Kurban, Vasıf Öngörenin Asiye Nasıl Kurtulur, Zengin Mutfağı, Almanya Defteri, Turgut Özakman'ın Ocak, Orhan Asena'nın Atçalı Kel Mehmet, Necati Cumalı'nın İspinozlar, Cahit Atay'ın Pusuda, Sultan Gelin gibi oyunları, 1960'ların bu bağlamda oyun yazarlığı konusunda ilk akla gelen oyunlardır.




  • Sözgelimi Haldun Taner'in 1962'de yazdığı Keşanlı Ali Destanı adlı oyunu 1963/64 sezonunda Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatrosu'nda büyük bir başarı kazanmış ve ilgi görmüştür.
  • Tiyatromuzun en önemli metinleri arasında sayabileceğimiz bu oyun, daha sonra özel ve ödenekli tiyatrolarda defalarca sahnelenmiştir. Onbeş tablodan oluşan bu müzikli güldürü, Sineklidağ semtinde yaşananlar aracılığıyla gecekondu sorununa epikgöstermeci bir bakışı yansıtır.
  • Hapiste kaldığı süre boyunca mahallede efsaneleşen Ali, genel aftan yararlanarak tahliye edilince kendisini Sinekli'yi kurtaracak muhtar adayı olarak ilan eder.
  • Ali ile Zilha arasındaki aşk ve Zilha odağında işlenen sınıf atlama çabası da olay dizisine eklemlenmiştir. "Ya sünepe olup okkanın altına gideceksin, ya da üste çıkıp ezeceksin. İkisinin ortası yok" diyen Ali tiyatromuzun en renkli ve sempatik karakterlerinden biridir
  • Haldun Taner Keşanlı Ali Destanı ile kentin uzağındaki bir mahalle aracılığıyla toplumsal, ekonomik, politik açmazları eleştirir ve ezen-ezilen ilişkisini farklı boyutlarıyla, çeşitleyerek yansıtır


ALTMIŞLARDA TİYATRO ELEŞTİRİSİ


  • Bu dönemde eleştirinin, sahnelenen oyunlara odaklanan, dergi ve gazetelerde yayınlanan gösterim eleştirileri, güncel tiyatro sorunlarını ve tartışmalarını içeren yazılar ile kuramsal bağlamda ele alabileceğimiz geniş kapsamlı araştırma ve bilimsel çalışmalar ekseninde oluştuğu söylenebilir.
  • Altmışlı yıllarda önceki dönemlerden daha farklı ve etkin bir rol oynayan Yeni Dergi, Türk Dili gibi dergiler ve gazete yayıncılığında tiyatro eleştirilerini gösterim eleştirisi bağlamında izlemek mümkün olduğu gibi, tiyatro tartışmaları başlığında değerlendirebileceğimiz genel çerçeveli makale ve yazılar olarak da görebiliriz.
  • Günay Akarsu, Lütfi Ay, Zahir Güvemli, Adnan Benk, Özdemir Nutku, Memet Fuat, Cevdet Kudret, Burhan Arpad, Selmi Andak gibi isimleri altmışlı yıllarda tiyatro eleştirisi konusunda hatırlamak gerekir.