Hoş Geldin, Ziyaretçi!

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Türk Tiyatrosu 7. Ünite Özeti

Dijital

Member
Katılım
11 Ocak 2020
Mesajlar
77
1946-1960 DÖNEMİNİN EKONOMİK VE TOPLUMSAL GÖRÜNÜMÜ


  • İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında uygulanan ekonomik tedbirler ve özellikle 1946 yılından itibaren gelişen TürkAmerikan ilişkileri ülkemizin hemen her alanda yaşayacağı değişimlerin habercisi olduğu gibi, ekonomik ve toplumsal yaşamda ortaya çıkacak köklü değişimlerin de iki önemli nedenidir.
  • 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde özel girişim öncülüğünde yürütülmesi kararlaştırılan kalkınma politikası başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu dönemin ardından sürdürülen politikalar ise ücretlerin dondurulması, kârların serbest bırakılması, grev hakkının yasaklanması ve ağır vergi yükünün tümüyle çalışanların üzerine yüklenmesi gibi uygulamalara dönüşecektir.




  • Tüm bu gelişmelere, ekonomik dengesizliğin ve çalışan kesimin yoksullaşmasına yol açan olumsuzlukların suçunun 'devletçilik' uygulamalarından kaynaklandığı eleştirisi de eklenir.
  • Bu eleştirilerde iktidara hazırlanan DP'nin uygulayacağı ekonomik ve sosyal politikaların ipuçları da beliriyordu:
  • Büyük oranda Amerikan yardımıyla yürütülecek, yabancı sermayeye açılmış, devlet kontrolünün azaltıldığı, hızlı kalkınma çabasına yönelik "liberal" bir ekonomi.




  • 1950'li yıllarda ABD ve Dünya Bankası uzmanlarına göre, Türkiye geniş tarımsal olanaklara sahip bir ülkedir ve ancak tarıma dayalı bir ekonomi ile kalkınabilecektir.
  • DP'de sorunları bu çerçevede değerlendirmiş, ekonominin güçlendirilmesi yolunda tarım potansiyeli ilk çıkış noktası olarak ele alınmıştır.
  • Bunun yanı sıra karayolu, baraj ve enerji yatırımlarının artması sanayileşme ve kentleşme sürecini hızlandırmakla kalmamış, ekonomik yaşamda 1950 öncesiyle kıyaslanamayacak bir dinamizm yaratmıştır. Bu yüzden 1950-1954 arası halk açısından bir

'ekonomik rahatlama' dönemidir


  • DP'nin başlangıç yıllarındaki başarılarının yarattığı özgüven, özellikle CHP'ye ve sol-aydın muhalefete karşı yönelecek bir tahammülsüzlüğü de besleyecektir. Muhalif gazeteciler, çeşitli mahkeme kararlarıyla uzun süreli hapis cezalarına mahkum edilerek tutuklanmışlardır.
  • Asıl sıkıntılar ve bu sıkıntıların yaratacağı toplumsal hoşnutsuzluk ekonomik alanda kendini gösterecektir. Tarım kesiminde tefecilik, tarlaların tekelde toplanması, ırgatlaşma ve şehre göç gibi sorunlar birbiri ardına boy göstermeye başlar.
  • Sanayi ve ticaret alanında da durum iç açıcı değildir. Bir yanda neredeyse duran yatırımlar, fiyat artışları, karaborsa ve mal darlığı, uzayan kuyruklar öte yanda iyice yükselen toplumsal muhalefet, işlerin yolunda gitmediğine ilişkin önemli göstergelere dönüşmeye başlamıştır
  • 1957 seçimlerinde oyları azalan DP, iktidarı yitirmek endişesiyle muhalefete karşı iyici sertleşmeye başlar. 1958'den itibaren ise ekonomik bunalım iyice yoğunlaşır. Yeni dış borçlar ve istikrar tedbirleri, toplumsal muhalefete yönelik baskılar DP'yi siyaset sahnesinden silinmekten kurtaramayacaktır.
  • Öğrenci gösterileri ve Harb Okulu öğrencilerinin yürüyüşü ile oldukça gergin geçen bu süreç, 27 Mayıs 1960'ta ağırlığını albay ve daha alt rütbeli subayların oluşturduğu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yönetime el koymasıyla sonuçlanacaktır.
  • Bundan sonrası ise Demokrat Parti'nin kapatıldığı, yöneticilerinin tutuklandığı, üç idamla sonuçlandığı acılı bir süreçtir.

    1946-1960 ARASINDA TÜRK TİYATRO ORTAMININ GENEL GÖRÜNÜMÜ
  • Çok partili yaşamın ülkemizde yol açtığı köklü dönüşümün etkileri, tiyatro dünyasında da görülecektir. Tiyatromuz da başta oyun yazarlığı olmak üzere kurumsallaşma, oyunculuk, eleştiri gibi alanlarda sancılı ama yeni arayışlardan kaynaklanan bir dönüşüm sürecine girecektir.
  • İstanbul Şehir Tiyatroları'nın toparlanmaya başlaması, Devlet Tiyatroları'nın kurulması, Halkevleri ve Köy Enstitüleri'ndeki tiyatro etkinlikleri, özel tiyatroların İstanbul dışında da yaygınlaşması, üniversite düzeyinde tiyatro eğitiminin gündeme getirilmesi, tiyatro eleştirisinin giderek önem kazanmaya başlaması bu sürecin en önemli köşe taşlarıdır
  • 1946-1960 tarihleri arasındaki on dört yıllık süreç öncelikle ülkemizdeki toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik yaşamda önemli değişimlere yol açmasından ötürü büyük önem taşımaktadır

İstanbul Şehir Tiyatrosu


  • Ülkemizin en eski ödenekli tiyatrosu İstanbul Şehir Tiyatrosu'dur. Kuruluşu 1914 olan ve o zamanki adıyla Darülbedayi-i Osmani (Osmanlı Güzellikler Evi) olarak adlandırılan bu kurum, olumlu olumsuz türlü olayları barındıran değişik aşamalardan geçerek, günümüz Türkiyesi'nin de en önemli tiyatro kurumlarından biri olarak varlığını sürdüregelmiştir.




  • Kurum, Cumhuriyet'in ilanından sonra düzenli bir yapıya kavuşabilmiştir. 1931 yılından itibaren resmen İstanbul Belediyesi'ne bağlanarak ekonomik açıdan eskiye oranla daha güçlü bir hale getirilmiştir. Bu gelişme kimi yeni atılımların habercisi olacaktır. ü Örneğin bu dönemde Avusturyalı besteci Joseph Marx İstanbul'a çağrılmış ve onun önerileriyle İstanbul Belediye Konservatuvarı kurulmuştur.
  • Aynı dönemde, geleceğin sanatçılarını ve seyircilerini yetiştirme konusundaki en önemli atılımlardan biri daha gerçekleştirilmiş, 1935 yılında Çocuk tiyatrosu birimi kurulmuştur. Kurum yerli oyun yazarlarımızın oyunlarını sahnelemeye bu dönemde özellikle önem vermiştir.
  • Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü adlı oyunu bir sezonda yüz temsil vererek bu alanda bir rekora imza atmıştır. Edebiyat ve öğrenci matineleri gibi eğitim amaçlı kimi etkinliklerin de yer aldığı süreç, 1946 yılında dört bin kişilik bir açık hava tiyatrosunun kurulmasıyla sona ermiştir.
  • Sonuçta henüz Türk tiyatrosuna özgü bir 'ekol' oluşmamıştır ancak yeni bir sanatçı, yazar ve seyirci kuşağının yetişmesi konusunda ciddi adımlar atılmıştır.
  • Şehir Tiyatrosu'nun 1946 yılında başlayan ve 2. Dünya Savaşı sonrasını kapsayan dördüncü evresi 1959 yılına kadar sürecektir. Bir önceki evre seyirci yetiştirme süreci olmasına karşın, özellikle savaş sırasında ciddi bir izleyici kaybı görülmüştür.




  • Aynı dönem, Ankara'da Devlet Tiyatrosu'nun kuruluş yıllarıdır. Dolayısıyla bir toparlanma sürecine girmeye çalışan Şehir Tiyatrosu, deyim yerindeyse "üvey evlat muamelesi" görmektedir. Ankara'dan dönen Muhsin Ertuğrul, 1946'da Şehir Tiyatrosu'nun başına geçerek yeni bir atılım dönemini başlatır.




  • Ne var ki 1947'de tekrar Ankara'ya Tatbikat Sahnesi'nin başına geçmek için gittiğinde tiyatro neredeyse yöneticisiz kalmıştır. 1 Aralık 1949 tarihinde yürürlüğü giren bir yönetmelikle Şehir Tiyatrosu İstanbul Belediyesi'ne bağlı katma bütçeyle yönetilen bir sanat kurumu olmuştur



  • 1952 yılında Orhan Hançerlioğlu Şehir Tiyatrosu'nu yönetme görevini üstlenir. Kurumun en önemli eksiği olan yönetmenlik için düşünülen kişi ise Alman asıllı tiyatro yönetmeni eğitmeni ve sahne tasarımcısı Max Meinecke'dir.
  • Başyönetmen olarak atandığı kurumda altı yıl boyunca görev yapacak olan ünlü tiyatro adamı, birçok yeniliğe imza atacaktır. Öncelikli olarak Batı tiyatrosunun klasik ve çağdaş birçok oyununu sahnelemiş, yeni yazarları Türk tiyatrosuyla tanıştırmıştır.




  • Uygulamalarında genellikle Alman tiyatro ekolüne bağlı kalan yönetmen, dekor ve sahne düzeni anlayışıyla Şehir Tiyatrosu'na yeni bir soluk getirmiştir. 1947'de başlayan Açıkhava Tiyatrosu'ndaki etkinlikler dışında ilk kez tiyatro olmayan bir mekânda, Gülhane

Parkı'nda temsiller vererek bu alanda da büyük bir yeniliğe imza atmıştır.



  • Meinecke'nin çalışmaları genellikle basında çok olumlu değerlendirilmiştir. Ancak, Muhsin Ertuğrul'la gelen yerli oyun oynama geleneğini neredeyse rafa kaldırması onun en büyük kusuru sayılmıştır.
  • 1958 yılında kurum içi huzursuzluklar nedeniyle istifa eden Meinecke, daha sonra Devlet Tiyatrosu'nda oyunlar sahneleyecek,

Devlet Konservatuvarı ve Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Kürsüsü'nde öğretim üyeliği yapacaktır



  • 1958 kurum için tam bir kaos yılıdır. Çürümüş bir tekneye benzetilen kurumun nasıl kurtulacağı, ellili yılların önemli bir tartışma konusu olmuştur. Çare ise daha önceki yıllarda olduğu gibi Muhsin Ertuğrul'dur.
  • Devlet Tiyatrosu'ndaki görevinden ayrılan sanatçı, 1959'da yeniden Şehir Tiyatrosu'nun başına getirilir. 45 yıllık deneyim ve birikimini, dönemin eğitimli ve dinamik genç sanatçılarının (Tunç Yalman, Şirin Devrim, Genco Erkal, Ayla Algan, Belgan Aklan, Zihni Küçümen, Duygu Sağıroğlu vb.) potansiyeliyle birleştiren M. Ertuğrul, Şehir Tiyatrosu'nun Altın Çağ'ı olarak adlandırılan 5. evre'yi başlatacaktır




  • Tatbikat Sahnesi ve Devlet Tiyatrosu
  • 1924'te kurulan ve aslında Konservatuvar'ın çekirdeği sayabileceğimiz Musiki Muallim Mektebi, 1934 yılında tiyatro eğitimi de verilecek olan Milli Musiki ve Temsil Akademisi'ne dönüşmüştür. Müzik bölümünün başına ünlü Alman besteci ve eğitimci Paul Hindemith getirilir. Onun hazırladığı raporlar ışığında müzik bölümü 1936'da eğitime başlamıştır.


Tiyatro bölümünün eğitime başlaması için de yurtdışından bir uzman getirilmesi düşünülmüştür. Bu kişi, Hindemith aracılığıyla
ilişki kurulan Prof. Carl Ebert'tir. Carl Ebert, Almanya'da tiyatro okullarının kurulmasına öncülük etmiş, oyuncu yönetmen ve idareci olarak görevler almıştır.


  • Nazi baskısıyla ülkesinden ayrılmış, İtalya ve İsviçre'de çalışması engellenmiş olan sanat adamı, kendisine Türkiye'den gelen tiyatro okulu kurma düşüncesine "büyük ilgi duyduğunu" belirtmiş ve 1936'da Ankara'ya gelmiştir.
  • Sonuçta Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Devlet Konservatuvarı'nda eğitim başlar. 1940 yılında ise bir kanunla Konservatuvar, müzik ve temsil kolu olmak üzere iki bölümden oluşan bir yapıya kavuşur. Tiyatro Bölümü ilk mezunlarını 1941 yılında verir.




  • Mezuniyet törenine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de katılır. Ankara Devlet Konservatuvarı mezunları 1941 yılından 1947'ye kadar Ankara Halkevi'nde ve Konservatuvar'da temsil vermeyi sürdüreceklerdir.




  • Topluluk İzmir ve İstanbul'a turne yapmıştır. Bu sürece damgasını vuran olay ise Carl Ebert'in Cüneyt Gökçer'den Melek Ökte'ye, Suat Taşer ve Agah Hûn'dan Macide Tanır'a kadar onlarca büyük sanatçı yetiştirmiş olmasıdır
  • Carl Ebert'in 1947 yılında ülkesine dönmesi üzerine Tatbikat Sahnesi'nin yöneticiliğine Muhsin Ertuğrul getirilir. Bu tarihten

Devlet Tiyatro ve Opera Yasası'nın çıktığı 1949 yılına kadarki iki yıllık geçiş zamanı, Tatbikat Sahnesi Dönemi olarak adlandırılır.



  • Muhsin Ertuğrul bu süreçte, Mimar Kemalettin'in Ulus'ta Evkaf Apart-manı'nın alt katında yapmış olduğu, sonra depo olarak kullanılan tiyatroyu fark etmiştir. Bu tiyatro, Küçük Tiyatro adıyla 1947 yılında Ahmet Kutsi Tecer'in Köşeba-şı oyunuyla perdelerini açmıştır.
  • Bu tiyatroda haftanın altı gece oyun oynanmasını sağlayan Muhsin Ertuğrul, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda başlattığı öğrenci ve halk matineleri uygulamasını Küçük Tiyatro'da da sürdürmüştür. Aynı yıl çocuk tiyatrosu çalışmalarına başlanmış, Zeki Taşkın'ın Altın Bilezik adlı çocuk oyunu sahnelenmiştir.
  • Sergievi olarak yapılan, daha sonra tiyatroya çevrilen Büyük Tiyatro ise, 1948'de Ahmet Adnan Saygun'un Kerem operasından bir bölümle perdelerini açmıştır. Ancak sahne ve elektrik donanımı hazır olmadığından, opera temsilleri Küçük Tiyatro'da sürdürülmüştür.
  • Büyük Tiyatro'da Ahmet Kutsi Tecer'in Köroğlu oyunuyla düzenli temsiller verilmeye başlanmıştır. Tüm bu gelişmeler Devlet Tiyatrosu'nda geçiş döneminin bittiğinin habercisidir. Kurumun artık kendi ayakları üzerinde durma vakti gelmiştir.
  • Muhsin Ertuğrul 1951'e kadar sürecek olan ilk genel müdürlük dönemindeki uygulamalarıyla, öncelikle seyirci sıkıntısını aşmayı hedeflemiştir. Türk oyun yazarlığının gelişmesine önem vermiş, genç oyun yazarlarını yüreklendirmiştir.
  • Ahmet Kutsi Tecer, Oktay Rifat, Turgut Özakman, Melih Cevdet Anday, Cevat Fehmi Başkut, Sabahattin Kudret Aksal, Nazım

Kurşunlu bu isimlerden öne çıkanlardır


  • 1950 yılındaki ilk çok partili seçimlerin ardından Demokrat Parti'nin iktidara gelişi devlet-tiyatro ilişkisi açısından önemli değişimlerin de habercisi olacaktır.




  • Cumhuriyet'in ilanından itibaren yalnızca bir sanat dalı değil, Halkevleri ve Köy Enstitüleri'ndeki uygulamalar da göz önüne alındığında kültürel aydınlamanın bir aracı olarak görülen tiyatro artık üvey evlat muamelesi görecektir
  • Muhsin Ertuğrul'un istifasının ardından Cevat Memduh Altar, Devlet Tiyatro-su'nun ikinci genel müdürü olarak koltuğa oturur. Müzik tarihçisi, eğitimci ve yönetici olarak Cumhuriyet döneminin önde gelen aydınlarından olan Altar, bu koltukta aynı başarıyı gösteremez.
  • Kimi uygulamalar aynen sürdürülmüşse de yeni atılımlar yapılamamış, daha önce görülmeyen kimi aksaklıklar ortaya çıkmıştır.

Üç yıllık böyle bir sürecin ardından Cevat Memduh Altar, genel müdürlük görevinden ayrılır. Yerine bu kez kurtarıcı olarak yeniden
Muhsin Ertuğrul göreve getirilir


  • 1956'da Üçüncü Tiyatro ve 67 kişilik Oda Tiyatrosu'nun hizmete girmesiyle Ankara'daki sahne sayısı dörde çıkmıştır.
  • Muhsin Ertuğrul, Bölge Tiyatroları kanununun çıkmasını beklerken, Anadolu'nun tiyatro görmesini sağlayabilmek için Eskişehir, Kırıkkale, Konya ve Kayseri'ye düzenli bir programla Devlet Tiyatrosu oyunlarını göndermiştir.
  • Büyük kentlerde tiyatro binalarının açılabilmesi için valiler ve belediye başkanlarıyla görüşmeler yapmıştır. Tüm bu çabaların sonucunda Adana ve İzmir'de kırklı yıllardan itibaren etkinlik gösteren belediye tiyatroları, 1956 yılından itibaren Devlet Tiyatrosu tarafından yönetilmeye başlanır,
  • 1957 yılında ise Bursa'da yine DT tarafından yönetilen ve günümüzde de aynı adla etkinliklerini sürdüren Ahmet Vefik Paşa

Tiyatrosu açılır


  • Muhsin Ertuğrul'un ikinci kez Devlet Tiyatrosu genel müdürü olduğu 1954-1958 arasındaki dört yıl, kurumun atılım yıllarıdır. Bütün gücünü Ankara'daki sahne sayısını arttırmaya yönelten sanatçı, öte yandan da bölge tiyatroları projeleriyle tiyatroyu ülkenin her yanına yayma çabasına girişmiştir


Cumhurbaşkanlığı makamına, Muhsin Ertuğrul'un geçmişte Rusya'ya yaptığı geziler ve bu gezilere ilişkin kaleme aldığı kimi
yazılar belge gösterilerek ihbar mektupları gönderildiği söyleniyordu. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar sadık bir tiyatro izleyicisi ve üstelik Muhsin Ertuğrul'un yakın dostu olmasına karşın, sanatçının yaş haddinden emekli edilmesi kararını onaylar.



  • Muhsin Ertuğrul İstanbul'a dönerken, yerine kurumu 1978 yılına kadar kesintisiz yirmi yıl yönetecek Cüneyt Gökçer getirilir.

Cüneyt Gökçer genel müdürlüğünün ilk yıllarında Muhsin Ertuğrul'un bölge tiyatroları projesini sürdürecek ve yeni sahneler açacaktır.



  • Yine Ankara'da ilk kez bir gecekondu mahallesi Altındağ'da bir sahne açacaktır. Sahne sayısının artışına bağlı olarak Muhsin Ertuğrul'un ısrarla sürdürdüğü turne ağı daha da genişleyecektir.
  • 1960 sonrasında yepyeni yazarlar ve yepyeni tiyatro üsluplarıyla tanışılmasının ardından, Cüneyt Gökçer, Türk tiyatrosunun bir yandan atılım ve başarılarla, öte yandan ülke gündeminden ve gerçekliğinden kaynaklanan karışıklıklarla dolu yirmi yılına imzasını atacaktır
  • Halkevleri ve Köy Enstitüleri
  • Halkevleri Anadolu'daki tiyatro hareketlerinin itici gücü olmuştur. Toplam dokuz koldan oluşan Halkevleri çalışmalarının ekseninde 'temsil-tiyatro şubesi'nin olduğu görülmektedir. Bu kurumun yönergesinin yedi maddesinden dördü tiyatro ile ilgilidir.




  • Bu, yöneticilerin tiyatroya verdikleri önemin göstergesidir. Halkevleri tiyatro yönetmeliğinde iki amaç dikkat çekmektedir: Köylünün, kasabalının, kentlinin tiyatro ihtiyacını karşılamak; ülke ve toplum için faydalı telkinlerde bulunmak. 1932-1951 yılları arasında Halkevleri'nde yaklaşık 1220 tiyatro yapıtı sahnelenmiştir.




  • Ayrıca Anadolu'nun değişik yörelerinde yerli ve yabancı yaklaşık 350 yazarın oyununa yer verilmiştir. Bu yönüyle de Halkevleri, tiyatro sanatının yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır.
  • Yine kırklı yıllarda Köy Enstitüleri'ndeki tiyatro çalışmaları da oldukça ilgi çekicidir
  • Kırklı yılların kültür yaşamına bakıldığında, istanbul ve Ankara dışında ülke genelinde tiyatroyu yaygınlaştırma girişimlerinin ekseninde iki kurum yer alır: Halkevleri ve Köy Enstitüleri
  • Tüm bu etkinlikler, nüfusun üçte ikisinin köylerde yaşadığı, büyük bir çoğunluğun okuma yazma bilmediği bir coğrafyada sürdürülmektedir.
  • Yazılı kültürün zayıflığı karşısında tiyatronun görsel-işitsel özellikleriyle halkı aydınlatma çabasındaki Halkevleri 1951 yılında kapatılmıştır. Eğitimde tiyatroyu gündeme getiren ve bunu başarıyla uygulayan Köy Enstitüleri ise 1954 yılında klasik öğretmen okullarına dönüştürülmüştür.
  • Böylece tüm Anadolu'yu kapsaması düşünülen bu kültürel reform hareketleri ellili yılların ortasında sona erdirilmiş oldu.




  • DÖNEMİN DİÐER ÖNEMLİ TİYATRO OLAYLARI
  • Akademik Düzeyde Tiyatro Eğitimi
  • Muhsin Ertuğrul'un bu konuyu, kamuoyuyla paylaştığı yazıları, kimi aydınların bu yönde harekete geçmesini sağlar. Prof. Dr. Bedrettin Tuncel ve Prof. Dr. İrfan fia-hinbaş'ın AÜ. DTCF bünyesinde bir Tiyatro Enstitüsü'nün açılması fikrini, Dekan Prof. Dr. Ekrem Akurgal da desteklemiştir.
  • Konu böylece 1957 sonunda AÜ Sena-tosu'nun gündemine gelmiş, 1958 başlarında Milli Eğitim Bakanlığı'nın da onayıyla

Tiyatro Enstitüsü kurulmuştur. Enstitüde, Amerikalı ünlü tiyatro adamı Macgo-wan'ın yönettiği oyun yazma seminerlerine, Refik Erduran,
Çetin Altan, Aziz Nesin, Orhan Asena, Turgut Özakman, Haldun Taner gibi o günlerin hemen tüm genç oyun yazarları katılmıştır


  • Özel ve Amatör Tiyatro Toplulukları
  • Ele aldığımız sürecin tiyatro ortamı açısından göze çarpan bir diğer etkinlikte ödenekli olmayan tiyatro topluluklarının çalışmalarıdır. 1955 yılında Ankara'da kurulmuş olan Ankara Deneme Sahnesi, etkinliklerini günümüze kadar taşıma başarısını göstermiştir.
  • Büyük bir özveri ve tiyatro sevgisiyle başlatılan bu atılım, günümüzün önde gelen çok sayıda oyuncu ve yönetmenin de sorumluluk üstlendiği etkinliklere imza atmıştır. Dönemin heyecan verici bir girişimi de 1957 yılında İstanbul'da kurulan Genç Oyuncular topluluğudur.
  • Değişik fakültelerde ve Galatasaray Lisesi'nde okuyan tiyatro sever gençlerin kurduğu bu topluluk, sonraki yıllarda Türk tiyatro tarihinin en önemli toplulukları olan Dostlar Tiyatrosu ve Arena Tiyat-rosu'nun çekirdeği olmuştur.
  • Genco Erkal, Mehmet Akan, Ergun Köknar, Çetin İpekkaya gibi isimlerin yer aldığı topluluk, gerek toplumcu çizgisi ve çabası gerekse denemeci, araştırmacı yanı ve girişimleriyle diğer amatör tiyatrocular için bir okul ve model olmuştur.

Bu iki kaynak topluluk dışında kırklı ve ellili yılların tiyatro ortamına damgasını vuran topluluklara ilişkin şöyle genel bir tablo
çizebiliriz: Bu dönem topluluklarının bir kısmının ağırlıklı olarak operetler, müzikli komedi ve vodvil türünde oyunlar sahnelediğini görüyoruz.


  • Avni Dilligil'in girişimiyle kurulan Ses Opereti ve daha sonra Yeni Ses Opereti; İstanbul Opereti, Vahi Öz yönetimindeki Şen

Ses Opereti, Muammer Karaca idaresindeki Yeni Halk Opereti ve Tevhit Bilge Tiyatrosu, bu alandaki onlarca topluluktan en çok öne çıkanlarıdır.


  • Ellili yılların en önemli tiyatro olaylarından birisi, Küçük Sahne'nin kurulmasıdır. 1951 yılında Devlet Tiyatrosu'ndan istifa eden Muhsin Ertuğrul'un, Yapı Kredi Bankası'nın sponsorluğunda kurduğu bu tiyatro, dönemin çok genç ve idealist sanatçılarıyla yola çıkmıştır
  • 1958 yılında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde kurulan, Türk Tiyatrosu üzerine yapılan bilimsel araştırmalara da odaklanan Tiyatro Enstitüsü, 1961 yılında kapatılmış, 1964 yılında dört yıllık eğitim veren Tiyatro Kürsüsü olarak yeniden açılmıştır
  • Bu dönemin en ünlü tiyatro topluluğu hiç kuşkusuz kurucusunun adıyla anılan Muammer Karaca Tiyatrosu'dur.
  • Kendi binasını yaptırmayı da başaran sanatçı, Et-nan Bey Duymasın adlı politik güldürüsü ama daha da önemlisi yetmişli yıllara kadar 4000'i aşkın temsiliyle bir rekor kıran Cibali Karakolu adlı oyunuyla Türk tiyatrosunun unutulmazları arasındaki yerini almıştır,
  • Amerika'da Yale Üniversitesi'nde tiyatro öğrenimi gören Haldun Dormen'in 1954 yılında kurduğu Cep Tiyatrosu, 1955'de Dormen Tiyatrosu'na dönüşmüş; zaman zaman perdelerini kapatmak zorunda kalsa da Türk tiyatrosunda özellikle vodvil ve bulvar komedilerinin sahnelenmesindeki başarılarıyla tiyatro yaşantımızda her zaman kendine özgü bir yer edinmiştir,




  • Yine Türk tiyatrosunun günümüze kadar varlığını sürdüren Kenter Tiyatro-su'nun kuruluş yılları da bu döneme rastlar, Muhsin Ertuğrul'un görevden ayrılması üzerine DT'den istifa eden Yıldız ve Müşfik Kenter, İstanbul'a gelerek Kent Oyuncuları adı altında kendi tiyatrolarını kurmuş ve Muhsin Ertuğrul'un yönetiminde 1959-60 tiyatro sezonunda perdelerini açmıştı

    1946-60 DÖ N EMİ OYUN YAZARLARI, OYUN YAZARLIÐINDAKİ TEMEL EÐİLİMLER
    Oyun Yazarları
  • Reşat Nuri Güntekin Meşrutiyet Dönemi'ne, I. Dünya Savaşı'na ve Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş; Nazım Hikmet ilk ürünlerini Kurtuluş Savaşı yıllarında vermeye başlamış ve İkinci Dünya Savaşı'nın sıkıntılı yıllarında oyun yazmayı sürdürmüş;
  • Ahmet Kutsi Tecer, Cevat Fehmi Başkut ve Ahmet Muhip Dıranas II. Dünya Savaşı'nın çetin koşullarında yazarlığa başlamış çok sayıda oyun yazarımızdan öne çıkan isimlerdir.
  • Daha da önemlisi bu üç ayrı kuşak, oyun yazarlığı tarihimizde "1950 Kuşağı" olarak adlandırılan, dönemin genç oyun yazarlarıyla aynı potada kaynaşarak Türk oyun yazarlığının en devingen dönemlerinden birisine damgasını vurmuştur.
  • Döneme damgasını vuran oyun yazarlarımızı şöyle sıralayabiliriz:
  • Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet , Ahmet Kutsi Tecer , Cevat Fehmi Başkut , Selahattin Batu , Ahmet Muhip Dıranas , Nazım Kurşunlu, Oktay Rıfat , Haldun Taner,
  • Aziz Nesin (1915-2008), Sabahattin Kudret Aksal (1920-1993), Necati Cumalı (1921-2001), Orhan Asena (1922-2001), Çetin

Altan (1927), Refik Erduran (1928), Turgut Özakman (1930), Güngör Dilmen,


  • Bu isimlerin yanı sıra Vedat Nedim Tör (1897-1985), Nahit Sırrı Örik (18951960), Galip Güran (1900-1959), Sevgi Sanlı ve Sevim Uzgören'in kimi oyunları da bu dönemde kaleme alınmıştır
  • Oyun Yazarlığında Temel Eğilimler ve Başlıca Örnekleri
  • 1940'lı ve 50'li yıllar yerli oyun yazarlığımızın gelişme yılları olmuştur, 1940'lı yıllardaki oyun yazarlarının büyük çoğunluğu Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde de oyun yazarlığına katkıda bulunmuş isimlerden oluşur,
  • Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer gibi, 50'li yıllar ise yukarıda isimlerini saydığımız yeni bir yazar kuşağının ortaya çıktığı süreçtir, Aslında tarihsel açıdan on beş yıl gibi kısa sayılabilecek bu süreçte, Cumhuriyet'in kuruluş ve gelişim süreci, Milli Şef Dönemi ve 2. Dünya Savaşı yıllarının özel koşulları,
  • Çok Partili Dönem'e geçiş süreci ve Demokrat Parti'nin on yıllık iktidarı gibi, bu kısa sürede çok sayıda olağanüstü duruma tanklık etmiş bu kuşakların yapıtlarına yansıyan genel eğilimleri ve bunların alt başlıklarını şöyle özetleyebiliriz.

    TOPLUMSAL, KÜLTÜREL VE SİYASAL DEÐİŞİM SÜRECİNİ ELE ALAN EÐİLİMLER

    Batılılaşma ve Modernleşme
  • Tanzimat'tan beri süregelen, Cumhuriyet'in kuruluşu ve Demokrat Parti'nin kimi uygulamalarıyla farklı boyutlar kazanan batılılaşma sorunu, bu dönem yazarlarının da ele aldıkları temel malzemelerden birisidir.

Genellikle doğu-batı, geleneksel-modern, genç ve yaşlı kuşaklar arasındaki karşıtlıklar etrafında tartışmaya açılan batılılaşma
sorunu karşısında yazarların tutumları birbirinden farklıdır. Bunların ilki, Batılılaşmayla birlikte aile kurumunda ve toplumda ortaya çıkan modern yaşam biçimine karşı eleştirel ve karamsar olan yaklaşımdır.



  • Dönemin popüler yazarı Cevat Fehmi Başkut Küçük Şehir, Koca Bebek ve Harput'ta Bir Amerikalı adlı oyunlarıyla bu eğilimin adeta öncülüğünü yapar. Bu görüş önce Avrupa, ardından Amerikan hayranlığı olarak gündeme gelen batılılaşma hareketlerini geleneksel yaşamı ve ahlâkî değerlerimizi tehdit eden bir tehlike olarak değerlendirmektedir.




  • Dönemin genç yazar kuşağı ise bu konuda daha soğukkanlı ve nesneldirler. Bu yazarlar değişimden çok, değişim sürecinin yaratığı sıkıntılar üzerinde durmuşlardır. Batıya karşı duyulan yüzeysel hayranlık bu kuşak tarafından da eleştirilmekle birlikte, Batılılaşma çabaları tümüyle reddedilmez.
  • Birbiriyle çelişen değer yargıları ve yaşam biçimleri arasındaki çatışma sürmektedir ama önemli olan, bu çatışmanın uzlaşmayla sonuçlanmasını sağlayabilecek ortak değerleri üretmektir.
  • Turgut Özakman'ın Pembe Evin Kaderi ve Kaneviçe, Refik Erduran'ın Cengiz Han'ın Bisikleti, Çetin Altan'ın Tahteravalli,

Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı, Haldun Taner'in Dışardakiler ve Fazilet Eczanesi adlı oyunları bu eğilimin en tipik örnekleridir



  • Hüseyin Rahmi Gürpınar'a göre, "Batı uygarlığı bizim uyanışımızda bir ışıldak olmuştur." Düşün biçimlerimizin hepsinde, düzyazı ve şiirde gelişmeler batıdan esen rüzgarların ürünüdür.




  • Aile Kurumunun ve Toplumsal Dengenin Bozulması
  • Değer yargılarının değişiminden kaynaklanan çatışmanın yarattığı sıkıntıları aile kurumu içerisinde incelemek, hem bu dönem yazarlarında hem de genelde Türk oyun yazarlığının hemen her döneminde görülen en tipik eğilimdir.
  • Bu dönemin birkaç yıl öncesinde (1944) Reşat Nuri Güntekin'in kaleme aldığı Yaprak Dökümü adlı oyunun tiyatro tarihimizde yüz oyunu aşan bir rekora imza atması, bu konuya toplumun da ilgi duyduğunun bir göstergesidir.
  • Gelenekçi tavır, Batılı tarzda bir yaşam sürme isteğinden kaynaklanan özgürlük arayışlarının aile denen kutsal kurumu dağıtmaktan başka bir işe yaramayacağı konusunda ısrarcıdır. Hatta bu konudaki yozlaşmanın tüm toplumsal uyumu bozacağından endişe duyar.
  • Geleneksel aile modelini her şeye rağmen korumak tek yoldur. Bu konudaki temel örnekler yine Cevat Fehmi Başkut'un oyunlarıdır. Bu görüşün karşısında, ailede özellikle kadının ve gençlerin sorumluluk duygularını körelten ve özgürlük arayışlarına set çeken katı tutuma karşı çıkan yazarlar, sağlıklı evlilikler ve sağlam temeller üzerine kurulmuş aile yapısının özlemini çekerler.
  • Sabahattin Kudret Aksal, Şakacı, Evin Üstündeki Bulut ve Tersine Dönen Şemsiye; Ahmet Kutsi Tecer Bir Pazar Günü; Orhan Asena Yalan, Ahmet Muhip Dıra nas O Böyle İstemezdi adlı oyunlarda bu eğilimi belirgin bir biçimde işlemişlerdir.




  • Yine de bu özlemin uzun ve sancılı bir süreç gerektirdiğinin farkında olan genç kuşak yazarlar karamasar değildir ama henüz bu konuda büyük umutlar da taşımazlar. Aile eksenli oyunlardaki çatışmaların neden ve sonuçlarına ilişkin saptamalar, batılılaşma ekseninde sürdürülen farklı görüşlerin bir devamı gibidir
  • Aydın ve Toplumsal Sorumluluk
  • Özellikle 1950 yılından sonra oyun yazarlarının aydın ve toplumsal sorumluluk gibi kavramlar etrafında kültürel sorunlara ilgi duymaya başladıkları görülmektedir. Oyunlardaki aydın oyun kişisi öğretmen, gazeteci, bilim adamı ya da sanatçı gibi bir meslek grubuna dahildir.
  • Her türlü yozlaşmaya karşı bilim, akıl, inanç, özveri gibi olumlu değerleri yüceltme çabasındaki aydın tipidir bu oyun kişileri.

Ancak kimi zaman kişisel zaafları kimi zaman da halktan yeterli desteği göremediğinden, haklı olsa bile yenilgiye mahkumdur.


  • Aydın kişinin kendisine ve topluma yabancılaşmasının bir sorun olarak ilk kez oyunlarda işleniyor olması ellili yılların oyun yazarlarında dikkat çeken önemli bir noktadır. Bu konuyu ele alan başlıca yazarlar ve yapıtlarını şöyle sıralayabiliriz:
  • C. Fehmi Başkut: Paydos, Soygun; Haldun Taner: Günün Adamı, Fazilet Eczanesi, Ve Değirmen Dönerdi, Lütfen Dokunmayın; Turgut Özakman: Güneşte On Kişi; Refik Erduran: İkinci Baskı, Ka-rayar Köprüsü; Aziz Nesin: Biraz Gelir Misiniz, Bir Şey Yap Met




  • Çok Partili Sisteme, Politikaya ve Politikacıya Bakış
  • Bu konuda yazılmış oyunlar diğer konulara göre sayıca az olmasına karşın genel bir kanı yaratabilecek niteliktedir. Haldun Taner Günün Adamı ve Dışardakiler, Reşat Nuri Güntekin Tanrı Dağı Ziyafeti, Cevat Fehmi Başkut Sana Rey Veriyorum, Nazım Hikmet Sabahat, Çetin Altan Beybaba adlı oyunlarında siyaset dünyasını ele alırlar.
  • Özellikle Günün Adamı gerek içeriği gerekse sakıncalı damgasını yemesi açısından döneme damgasını vurmuştur. 1953 yılında Şehir Tiyatro-su'nda sahnelenmek üzereyken sakıncalı bulunur ve repertuvardan çıkarılır.

Olay, dönemin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'a gidecek kadar büyür ancak oyun yine de sahnelenemez. Oyunun başına
gelenler, "daha doğru dürüst benimsenmeden yozlaşan genç demokrasimizin" başına gelenleri de anlatır.



  • Yazarlık tarihimizde siyasal taşlamanın ilk önemli örnekleri olarak olarak değerlendirebileceğimiz bu oyunlarda hakim görüş şudur: Çok partili siyasal yaşamın geniş halk yığınlarının çıkarları açısından pratik bir yararı olmamıştır. Politikacılarımız da ne yazık ki iyi bir demokrasi sınavı verememişler, politikayı kişisel çıkarlarının bir aracına dönüştürmüşlerdir.
  • Özellikle dikkati çeken nokta ise belki de zorunlu bir otosansür sonucu, yazarlarımız sorunları, sistemden dolayı değil, politikacının kişisel zaafları açısından değerlendirmeyi tercih etmiş olmalarıdır




  • EKONOMİK SORUNLARI İRDELEME EÐİLİMİ
  • Toplumsal, kültürel ve siyasal değişim sürecine ilişkin çok sayıda yapıtın kaleme alındığı yıllarda oyun yazarlarımızın üzerinde durduğu önemli bir konu da, ekonomik değişim sürecinden kaynaklanan sorunlar olmuştur.
  • Bu sorunların başında, II. Dünya Savaşı sırasında uygulanan savaş ekonomisi ve DP'nin yaşama geçirdiği liberal ekonomi modelinin yarattığı yeni kazanç biçimleri ve kaynakları gelir.
  • Savaş yıllarının özel koşullarından yararlanarak karaborsa ve vurgun yoluyla haksız kazanç sağlayanlar, büyük kentlere göçün başlamasıyla birlikte türlü spekülasyonlarla köşeyi dönenler,
  • ticaretin yeni bir kazanç biçimi olarak yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte dalavereyi bir yöntem olarak benimseyen vurguncu tüccarlar kıyasıya eleştirilir. Çünkü para kazanmak için başvurdukları yöntemlerin tümü, yasa ve ahlâk dışıdır.




  • Kimi yazarlar tüm bu yönelişleri adeta bir ahlâk sorunu gibi algılamıştır. Cevat Fehmi Başkut bu aşamaya kadar sözünü ettğimiz hemen her oyununda, Nazım Kurşunlu Branda Bezi oyununda, Reşat Nuri Güntekin Balıkesir Muhasebeci-si'nde sorunların çözümü için deyim yerindeyse, ahlâksız tüccarın ıslahından medet ummuşlardır.




  • Buna karşılık kimi yazarlar ekonomik sorunların kaynağında sınıfsal kaygı ve çıkarların yattığını ileri sürmüşlerdir. Çetin Altan'ın Tahteravalli, Nazım Hikmet'in Enayi ve Yusuf ile Menofis adlı oyunları bu yaklaşımın en tipik örnekleridir.
  • Özellkle Nazım Hikmet'in oyunlarında görülen bu yaklaşım, sömürüye yol açan aşırı kâr hırsını bir dürtü olarak değil, kapitalizmin genel karakteri olarak değerlendirmektedir.


BİREYSEL VE TOPLUMSAL SORUNLARI EVRENSEL BOYUTTA İRDELEME EÐİLİMİ


  • Oyun yazarlarımız ele aldıkları konuları evrensel boyutuyla yansıtmaya çalışırken tarih efsane ve mitolojiye yönelmekle kalmamış, sorunları çağdaş insanlık değerleri açısından da ele almışlardır.




  • Bu konuda özellikle dönemin genç kuşak yazarlarının daha duyarlı oldukları görülmektedir. Sorunları genellikle aile kurumu içerisinde ve ahlâk değerleri bağlamında ele alan genel eğilim, yerini bir başka anlayışa bırakmaktadır
  • Tarih, efsane ve masal eksenli oyunlar ve yazarların genel görünümü şöyledir: Nazım Hikmet: Ferhad ile Şirin, Yusuf ile Menofis; Nazım Kurşunlu Fatih; Orhan Asena Tanrılar ve İnsanlar, Hürrem Sultan; Güngör Dilmen Midas'ın Kulakları.




  • Çağdaş insanlık değerlerini eksen alan oyunlar ise şunlardır: Orhan Asena Korku; Aziz Nesin: Biraz Gelir Misiniz, Bir Şey Yap Met, Turgut Özakman Tufan, Duvarların Ötesi.
  • Güngör Dilmen'in 1959 yılındaki bir yarışmada ödül alan oyunu Midas'ın Ku-lakları'nın önemi yalnızca içerik düzeyinde taşıdığı zenginlikten kaynaklanmaz.
  • Yapıt koronun kullanılışı, dansların ve sözsüz oyunların zenginliği, ulusal motiflerin efsaneyle uyumlu bir biçimde kullanılması, Türkçenin şiir dilinin zenginliği gibi yönleriyle de övgü kazanmıştır. Oyun kimi eleştirmenlerce "eşek kulaklarından yaratılan bir mucize" olarak övgü almış, hatta "Şair Evlenmesi'nden bu yana tiyatro edebiyatımızın en güzel eseri" sayılmıştır




  • Her iki grupta yer alan oyunlarda kimi zaman tarih, masal ve efsaneden kimi zaman da özgün malzemeden hareketle barış, dostluk, özgürlük, toplumsal sorumluluk gibi çağdaş insanlık değerlerine ilişkin düşünceler dile getirilmiştir.
  • Sorunlar artık aile ortamı içinde, geleneksel ve gündelik değerler ışığında değil; psikolojik, sosyolojik ve toplumsal boyutları da kapsayacak biçimde ele alınmaktadır




  • Tiyatro Eleştirisi
  • Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunun başlangıç ve gelişim evrelerinde, değişik kalemlerden çıkma çok sayıda eleştirmen olduğu görülmektedir. Eleştiri, kuşkusuz yazarlık ya da oyunculuk disiplinleriyle aynı düzeyde bir gelişme göstermemiştir.


Ne var ki dönem dönem eleştirmenin tiyatro birikimi, kaleminin gücü ve üslup zenginliğine bağlı olarak tiyatromuzun seyrini
belirleyebilecek bir etki de yarata-bilmiştir. İncelediğimiz dönem bu nitelikte isimlerden kimi 'ağır topları' barındırması açısından önem taşımaktadır


  • Nurullah Ataç, Lütfi Ay, Suat Taşer, Burhan Arpad, Metin And, Adnan Benk bu dönemin öne çıkan eleştirmenleridir. Bunun yanı sıra bir sonraki dönemin ağır topu Özdemir Nutku, Zihni Küçümen, Metin Toker, gibi isimlerin de tiyatro eleştirisi yazdıkları görülmektedir. Lütfi Ay tiyatro sanatımızı yaşatmaya yönelik övgü ağırlıklı yazıları olan bir eleştirmen olarak bilinir. Suat Taşer, dramaturgi bilgisini sistemli bir biçimde kullanan; Burhan Arpad ise nesnelliğini yitirmeyen eleştirmen-lerimizdendir.




  • Metin And eleştirilerinde oyun çözümlemelerine, oyunculuk, dekor giysi uygulamalarına da yer veren, polemikten kaçınmayan bir eleştirmenimizdir. Tiyatro tarihi ve kuramı bilgisiyle oyun çözümlemesini birleştiran Adnan Benk ise tiyatro sanatımızın çağdaş yönde gelişimini destekleyen, taklitlere şiddetle karşı çıkan; Ataç'tan sonra gelen en açık sözlü ve sivri dilli eleştirmen olarak değerlendirilmiştir.
  • Tüm bu önemli isimlere karşın bu dönemin eleştirideki ağır topu Nurullah Ataç'tır. Nurullah Ataç'ın yazılarını Ataç Tiyatro'da adıyla kitaplaştıran Prof. Dr. Metin And, Ataç'ı 'öznel-izlenimci' olarak değerlendirmiştir.
  • Prof. Dr. Ayşegül Yüksel de, 'izlenimci-denemeci eleştirel yaklaşım'ı benimseyen Ataç'ın bu üslubunun, 1960'lı yıllara dek Türk oyun eleştirisine egemen olduğunun altını çizmektedir.