Hoş Geldin, Ziyaretçi!

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Türk Tiyatrosu 6. Ünite Özeti

Dijital

Member
Katılım
11 Ocak 2020
Mesajlar
77
Batı ile yapmamızdır


  • Afganistan ile 1928 Mayısında, İran ile 22 Nisan 1926'da antlaşmalara varılmış, Türkiye-İran sınırı 23 Ocak 1932'de kesin bir karara bağlanmıştır. Bu tarihten sonra Türkiye ile İran arasında iyi bir dostluk ve samimî bir ilişki kurulmuştur. Ortadoğu'nun Arap memleketleriyle münasebetlerinde ise bir gelişme söz konusu olmamıştır
  • Türkiye'nin 1931'e kadar dış ülkelerle ilişkisi görüleceği gibi yeni bir devletin oluşması sırasında çıkan sorunları çözmesi ile ilgilidir. Yıllarca süren savaşlardan yeni çıkmış Türkiye, Musul meselesi gibi önemli sorunların halli sırasında yeni bir savaşı göze alamamıştır. Çünkü içeride çözüm bekleyen pek çok ekonomik ve sosyal meseleler ile karşı karşıya kalmıştı
  • Türkiye "Yurtta sulh, cihanda sulh" politikasına bağlı kalmıştır. Barışın korunması ve saldırganlara karşı tedbir alınmasında Batılılarla işbirliğine önem vermiştir. 1932 Şubatında toplanan Silâhsızlanma Konferansı'nda Rusya'nın teklif ettiği tam silâhsızlanma görüşüne tam destek veren tek ülke olmuştur
  • Balkan devletleriyle yapılan ikili antlaşmalar sonunda 9 Şubat 1934'te Balkan Antantı imzalanır. Buna göre taraflar sınırlarını karşılıklı olarak garanti ve birbirlerine danışmadan, herhangi bir Balkan devletiyle birlikte bir siyasal harekette bulunmamayı taahhüt eder. 1939'un olayları Balkan Antantı'nı parçalayacaktır.
  • İtalya-Habeş arasındaki savaşın doğurduğu buhran ile Batılılarla sıkı işbirliğine giren Türkiye'nin İngilizlerle ilişkisi, önemli bir gelişme kaydeder. İtalya'nın Akdeniz'de doğurduğu tehlike nedeniyle ortaya çıkan Akdeniz Paktı ile Türkiye, güvenliğin korunması bakımından İngiltere'ye bağlanmış olur.

Bu yakınlaşma nedeniyle Türkiye-İngiltere arasında 1939'da bir ittifak oluşur. İtalya ile Türkiye arasında 2 Ocak 1937'de
yapılan antlaşma, Akdeniz bölgesindeki toprakların milli egemenliği bakımından mevcut durumu değiştirmemeyi taahhüt eden bir anlaşmadır


  • Türkiye 1935'ten sonra Lozan Konferansı'nda konulan Boğazların silâhsızlandı-rılması hükümlerinin kaldırılması için teşebbüse geçer. 1923 Boğazlar Sözleşme-si'ni değiştirecek konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre'de Montreux'de toplanır.
  • Yeni Boğazlar Sözleşmesi 20 Temmuz 1936'da imzalanır. Bu sözleşme ile Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliği tam olarak kurulmuş olur. Karadeniz devletleri lehine de bazı değişiklikler yapılmıştır.
  • Ortadoğu'ya yönelen İtalya tehlikesi karşısında İran, Irak ve Türkiye arasında 8 Temmuz 1937'de Tahran'da Saadabad Paktı adını alan antlaşma imzalanır. Böylece Türkiye, Balkan Antantı ve Saadabad Paktı ile batı ve doğusunda bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştir
  • Türkiye'nin Fransa ile yaptığı antlaşmada Hatay, Suriye'de kalmıştı. Yapılan seçimler sonunda kırk milletvekilli Hatay Meclisi, 2 Eylül 1938'de ilk toplantısını yaptı. Bağımsız Hatay Cumhuriyeti kuruldu. Hataylıların Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma istekleri 23 Haziran 1939'da Fransa'nın da kabulü ile gerçekleşti



  • Türkiye I. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yanında yer almıştı. Daha sonra iyi ilişkiler sürdüyse de 1937'de bu ilişkilerde bir soğukluk görüldü. Çünkü Almanların Balkanlardaki faaliyetleri Balkan Antantı'nı zayıflatmış, Romanya'da Nazi eğilimi Türkiye'yi endişelendirmişti.
  • Almanya, Türkiye'yi Batılılardan ayırıp Berlin-Roma Mihverine çekmek istemişti. Böylece Almanya, Sovyetlere karşı Boğazlarda ve Anadolu'da üstün bir duruma geçeceği için Türkiye'yi bir sıçrama tahtası olarak kullanacak, İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin dayanaklarından olan Ortadoğu'da nüfuz sağlamak kolaylaşacaktı
  • Türkiye değişik ülkelerle yaptığı antlaşmalara sadık kalarak hiçbir devletten yana tutum sergilememiş, 1939'da başlayan ve bütün dünyayı saran II. Dünya Savaşı'ndan uzak durmayı başarmıştır. Ancak savaş sonrası değişen dünya düzeninde Türkiye, yeni oluşumlardan uzak kalmış ve yeni sorunlar baş göstermiştir.

    DÖNEMİN TOPLUMSAL ORTAMI
  • Bağımsızlık Savaşımız, ülkenin tüm siyasal, toplumsal yapısını değiştirmede etkin bir araç olmuştur. Uzun savaşlar sonunda 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni çağdaşlaştırmak için Atatürk, çalışmalara başlamıştır. Onun amacı, yarının Türkiye-sini inşa etmekti



  • Lozan Barış görüşmelerinden sonra yeni devletin merkezi, emniyet açısından Ankara olmuştu. Yeni devlet bütün kurumlarıyla şekillenmeye başladı. Atatürk, Türk toplumunu kökünden değiştirmek istiyordu. Ortaçağ yapısı bir toplum sistemini kaldırarak Batı uygarlığına dayanan yeni, çağdaş bir düzen getirmek düşüncesindeydi.




  • "Türk milletinin yaratılışına en uygun idare Cumhuriyet idaresidir." diyen Atatürk, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i ilân etti. Savaş meydanlarında kazanılan başarıyı ekonomi, eğitim, teknik, sosyal, sağlık ve kültürel alanda da kazanmak istiyordu.




  • İstiklâl Harbi bitmişti ama Atatürk önce iktisadî alanda bir savaş başlattı. Mevcut bütün imkânlarını üretimi artırmak için seferber etti. Şahıs devletinden millî bir devlete geçilerek saltanattan sonra hilâfet kaldırıldı.(15 Nisan 1923) Çok partili döneme geçiş için denemeler yapıldı.
  • Bu arada inkılâplara karşı bazı tepkiler baş göstermeye başlamıştı: Doğuda Şeyh Sait İsyanı, İzmir'de Mustafa Kemal'e karşı başarısız bir suikast girişimi ve 23 Aralık 1930'da Menemen'de Atatürk inkılâbına karşı bir ayaklanma ve Asteğmen Kubilay'ın şehit edilmesi olayları vb.
  • Atatürk Osmanlı'nın dine dayanan hukuk kurallarını istemediğinden, hukuk inkılâbına girişti. İsviçre Medenî Kanunu kabul edildi. İtalyan Ceza Kanunu, İsviçre Ticaret Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, Almanya Ceza Muhakemeleri Kanunu, Deniz Ticareti Kanunu, İcra İflas Kanunu vb. kabul edildi.
  • Yeni adalet sistemimize uygun hukukçuları yetiştirmek için 1925'te Ankara Hukuk Okulu açıldı. Hukuk inkılâbıyla Türkiye Cumhuriyeti, bağımsız ve egemen bir devletin en doğal hakkı olan yargı gücünü de güvence altına almış oldu. Anayasa'da değişiklikler yapıldı. 1924 Anayasası, 1961 Anayasası'na kadar sürmüştür
  • Atatürk daha sonra eğitim ve öğretim meselelerine el attı. Çünkü eğitim bir milletin kalkınmasında en önemli amildi ve Cumhuriyet'i koruyacak ve sürdürecek yeni nesillere ihtiyaç vardı. Eğitim sistemimizi birtakım temel ilkelere oturttu. Tevhidi Tedrisat Kanunu, yeni harf inkılâbı (1 Kasım 1928), karma eğitim, ilkokulların mecburi ve parasız olması, mesleki ve teknik okullarının, öğretmen okullarının açılması, üniversitelerde yasal düzenlemelere gidilmesi gerçekleşti. Ankara Yüksek Ziraat Mektebi (1930), Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi(9 Ocak 1936) kuruldu. Bunu diğer fakülte ve yüksek okullar takip etti.
  • 1944'te İstanbul Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi'ne dönüştürüldü Atatürk, kültür alanındaki gelişmelere de girişti. Amacı, Türkler arasında tam bir kültür, tarih ve dil birliği yaratmaktı.




  • Dünya kamuoyunda Türkler aleyhinde yapılan yanlış ve kasıtlı politikalara karşı birtakım önlemler aldı. Eski tarih eğitimi ve öğretimi yerine, millî tarihin esas alınmasını istedi. Türklerin kültür ve medeniyeti araştırılacak, böylece dünya, Türklerin şerefli bir geçmişe sahip olduğunu öğrenecek yeni yetişen Türk çocukları da atalarının şanlı tarihinden haberdar olacak, onlarla övüneceklerdi.




  • Diğer Türklerle olan ortak tarihimiz ve kültürümüz ortaya çıkacaktı. Atatürk, Batılıların bize vatan olarak çok gördükleri

Anadolu'nun eski tarihinin araştırılmasını da istedi. Türklerin Avrupa zihniyetine göre sarı ırka ve ikinci sınıf bir insan tipine dâhil olduğu görüşüne karşı gelerek bu alanda araştırmalar yapılmasını da emretti



  • 28 Nisan 1930'da Türk Ocakları Kurultayı'nda Türk Tarih Kurumu'nun çekirdeği olan Türk Ocağı Türk Tarihi Tetkik Heyeti kuruldu ve hemen işe başlayan heyet, "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı eserini hazırladı.




  • Bu eser, "Tarih tezi' olarak anılmıştır. 15 Nisan 1931'de Türk Ocağı Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kapanması sonucu heyet üyeleri, 15 Nisan 1931'de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti'ni kurdular.
  • Türk dilinin layık olduğu yere ulaşabilmesi için de 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurduran Atatürk, Türk dilinin bütün meselelerinin ele alınmasını istedi. Derleme çalışmaları yurdun her köşesinde yapıldı.
  • İstanbul Türkçesinde bulunmayan kelimeler tespit edildi ve 1933'te bütün bu veriler Tarama Dergisi'nde yayınlandı.

Tasfiyecilik, ılımlı özleştirmecilik ve Güneş-Dil Teorileri devresi sonrası, "yaşayan Türkçe'ye dönüş" gerçekleşmiştir.



  • Atatürk, Türk dünyası ile ortak dil birliğini gerçekleştirmeye hizmet olması bakımından Orta Asya Türklerinin Latin harflerini kabul etmesi üzerine 1928'de Latin harflerini kabul etmiştir
  • Atatürk, güzel sanatlar alanında da çalışmalarda bulunur. Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uygarlığa ulaşma yolunda büyük inkılâplar gerçekleştirirken sanata ve sanatçıya ayrı bir değer vermiştir.
  • Atatürk, güzel sanatlardaki başarının bütün inkılâpların başarısının delili olduğunu düşünmüştür. Sanata ve sanatçıya önem veren Atatürk ve Cumhuriyet Türkiyesi, sanatı devletin görevleri arasına almış, gelişmesi için bütün yolları açmıştır.
  • Bu yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü açılmış, 1926'da Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane, Güzel Sanatlar

Akademisi'ne dönüştürülmüş, resim-heykel öğrenimi için Avrupa'ya öğrenci gönderilmiştir


  • Sahne sanatları alanında da bu dönemde önemli gelişmeler olmuştur. 29 Ekim 1938'de Ankara radyosu hizmete girmiş,

1946'ya kadar önemli gelişmeler göstermiştir.


  • Sosyal alanda yapılan başlıca inkılâplar ise şapka inkılâbı ve kılık kıyafet değişimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, milletlerarası takvim ve yeni rakamların kabulü ve ölçülerde değişiklik, soyadı kanununun kabulü ve eski unvanların kaldırılması, millî bayramlar ve tatil günlerinin kabulü vb.
  • Yine Cumhuriyetin temel ilkeleri olan Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, inkılâpçılık, laiklik, milliyetçilik gibi ilkelerin esasları tespit edilmiştir
  • Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nde bütün kurumlar değişmiş, Cumhuriyet döneminde Batılılaşma hareketi, millî kimlik kazanma ve medenileşme yolunda gerekli bir adım olarak değerlendirilmiştir.
  • Bu dönemdeki Batılılaşma, önceki dönemlerdeki gibi sadece teknik açıdan değil, kurumları ve kurumları doğuran felsefî düşünceleri, değerleriyle bir bütün olarak tanıma ve uygulamalarda bu organik bütünlüğün dikkate alınması hedeflenmiştir.
  • Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki çağdaşlaşma yolunda yapılan yenilikler ile kurumlar yanında zihniyet olarak da halkımızın değişmesini isteyen Atatürk, devrimlerini teker teker yaşama geçirmiştir.
  • Latin harflerinin kabulü ile okuma yazma oranı artmış, kadınlara eşit haklar vermiş, Osmanlıdan farklı yeni bir Türk kimliği ve Türk ulusu yaratma amacını gerçekleştirmiştir.
  • Yakın geçmişle bağların koparılıp Ortaasya'daki köklere kadar uzanmak ve yeni bir tarih bilinci oluşturmak ve dili sadeleştirmek için çaba göstermiştir.

Türk Dili ve Türk Tarihi konusunda yapılan kurultaylar ile yeni hedefler belirlenmiş, Atatürk ilke ve inkılâpları bazı engelleyici
güçlerle karşılaşsa da halkın büyük çoğunluğu tarafından kabul görmüştür

1923-1946 YILLARINDA TİYATRO SANATIMIZ



  • Cumhuriyet döneminde yapılan köklü değişmeler, ülkenin sanat anlayışında da kendini göstermiştir. 1923 yılı, Türk siyasî ve toplumsal hayatında olduğu kadar sanat hayatında da bir dönüm noktasıdır




  • 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında sahne sanatlarımızda görülen canlılık, Millî Mücadele'nin verdiği sıkıntılar ile bir hayli durgunlaştıysa da Cumhuriyet döneminde tiyatromuz yeni bir atılım gerçekleştirir ve gelişmeler çağdaşlaşma çerçevesinde yapılır. Genç Türkiye'nin kurucuları bu yeni anlayışları benimseyip tiyatromuzu kurumsallaştırmıştır




  • Atatürk, Genç Türkiye'nin yeni insanını yetiştirmek üzere, çağdaş bir kültür yaratmaya girişmiştir. Bu kültür, çağdaş uygarlık olacaktır. Çünkü Atatürk'ün Batılılaşma programı, her şeyi ile Avrupalı olmayı hedeflemiştir.




  • Batı'nın yüksek yaşam düzeyine erişmeyi, hatta onu geçmeyi amaç edinen Atatürk döneminde en öncelikli mesele, Batı medeniyetine yaklaşmak, ona benzemekti. Çünkü ona göre medeniyete girmeyi arzu eden her millet Batı'ya yönelmişti.


Bu halde medenileşmek Batı'ya yönelmekle olacaktı. Atatürk'e göre hiçbir uygarlık, tek bir dinin, tek bir ulusun eseri değildi ve egemen uygarlık tekti. Bu da Batı uygarlığıydı.



  • İnsanı yaratan kültürü değiştirip yenileyebilmek için Atatürk, geçmişle ilgimizi kesmeye çalışırken evrensel uygarlığı besleyen kaynakları da bulmaya çalışıyordu. Avrupa kendisine bir gelişme süreci yakalayıp çağdaşlaşmış olmasına rağmen, Osmanlı toplumu bu süreci yakalayamamıştı.




  • Türk kültürünün çağdaşlaştırılması üzerinde çok duran Atatürk, ülkeyi Kurtuluş Savaşı sonunda yukarıdan aşağı dayatılan bir biçimde çağdaşlaştırmaya çalıştı
  • "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." diyen Atatürk, bir ulusun yaşamında sanatın hayatî bir önem taşıdığına işaret etmiştir.
  • Çağdaş Türk toplumunun ancak bilim ve sanatın yol göstericiliği sayesinde gelişebileceğini düşünen Atatürk, ulusları unutulmaz kılan şeyin onların vücuda getirdiği sanat eserleri olduğunu biliyordu. Bu yüzden sanata, sanatçıya büyük değer verdi.
  • Ona göre Türk sanatının her dalı gelişmeli, çağdaşlaşmalıydı. Sanatın toplumun temel ihtiyaçlarından biri olduğunu, bir ulusun ancak sanatla yücelebileceğini bilen Atatürk, resim, heykeltıraşlık, mimarlık, Türk süsleme sanatları ile ilgili okulların açılmasına önderlik ederken diğer taraftan musiki ve temsil sanatları ile de özel olarak ilgilenmiştir
  • izmlr'ln düşman İşgalinden kurtuluşu şenliklerine katılmak için izmir'de bulunan Darülbedayi sanatçıları, Mustafa Kemal'in huzuruna çıkmış ve Gazi'den ilgi ve sevgi görmüşlerdir. Bu ziyaret, Atatürk'ün sanat etkinliklerinden tiyatroyu ön plânda ele almasını ve o güne kadar sahneye çıkmayan Müslüman Türk kadınının sahneye çıkmasını gerçekleştirmiştir. Afife Jale bu yolda ilk kurban verilirken, Bedia Muvahhit, Cumhuriyet döneminin ilk kadın aktristi olacaktır.




  • Atatürk döneminde üzerinde durulan kültür konularının başında müzik ve sahne sanatlarının modernleştirilmesi, Batı zevkinin benimsenmesi gelmiştir. Atatürk ve arkadaşları için bu sanatların okullaştırılması şarttır. Çünkü okul, yenileşmenin tek doğru yoludur. Bunun için bir konservatuar kurulması gerekmektedir.




  • Tiyatro, bütün dünyada toplumların önemli rejim değişikliğinde kendisinden yardım beklenilen önemli bir sanat olayıdır. Çünkü onun sayesinde halkla kolayca iletişim kurulur, istenilen doğrultuda bir kamuoyu oluşturulur
  • Atatürk de Cum-huriyet rejiminin yerleşmesi, ilke ve inkılâpların yurdun en ücra köşelerine kadar ulaştırılmasında tiyatro sanatından istifade etmiştir. Bu yüzden de daha Cumhuri-yet'in ilk yıllarında bu alanda çalışmalar başlatmıştır.




  • 1926'da Bursa'da tiyatro sanatçısı Raşit Rıza ve Muvahhit Beyleri kabul ederek, onları çok takdir ettiğini, beğendiğini, hizmetlerinin devrim açısından önemli olduğunu bu nedenle de Anadolu'yu baştanbaşa dolaşmalarını istemiştir.




  • Atatürk'ün 1930'da Ankara'da bulunan Darülbedayi sanatçılarına hitaben yaptığı konuşmadaki şu sözleri meşhurdur: "Efendiler hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz hatta reisicumhur olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim




  • Atatürk yüzyıllardır birbirinden ayrı kalan aydın-halk bütünleşmesinin tiyatro sanatçıları ile sağlanabileceğine inanıyordu.

Tiyatronun bir kamu hizmeti olduğu ve kamu eliyle korunması, desteklenmesi görüşündeydi



  • 1923-1946 yıllarında, kültürün yayılması, düşünce ve fikirlerin paylaşılması, yeni ideolojilerin ve rejimin benimsenmesi konusunda tiyatrodan oldukça fazla yararlanılmıştır.




  • Ülkedeki siyasî ekonomik, toplumsal ve fikrî hareketlere bağlı bir gelişme gösteren Türk tiyatrosu, ilk kez gelişme imkânlarına Cumhuriyet döneminde kavuşmuş, gereken saygınlığa ulaşmıştır. Tiyatronun kurumsallaşması ve oyun yazarlığının gelişmesi açısından önemli adımlar atılmıştır




  • 1923 yılında sahne sanatlarıyla ilgili olan tek kurum, İstanbul Belediyesine bağlı Darülbedayi ile musiki sanatıyla ilgili olan tek kurum Darülelhan vardı. 1925'te hükümet, İstanbul'da bir konservatuar kurma faaliyetine girdi




  • Darülelhan'ı İstanbul Belediyesi'ne bağlayıp müdürlüğüne de Avrupa'da eğitim görmüş Musa Süreyya Bey getirildi.

Darülelhan'da öğretim kadrosunun ağırlığını henüz Türk musikisi ile ilgili kimseler oluşturuyordu.



  • 1926'da Darülelhan adı, "Konservatuar" olarak değiştirildi. Bu değişiklik, aslında bir anlayış değişikliği idi. Çünkü bu tarihten sonra konservatuarda Batı musikisi ağırlık kazanmış, bir yıl sonra da Doğu Musikisi Bölümü kapatılmıştır




  • Darülbedayi 1927'de Tepebaşı Tiyatrosu'nda temsillerini sürdürmekteydi. İstanbul Şehremini Muhittin Bey, İstanbul Belediyesi'ne bağlı bir kurum olarak Da-rülbedayi'i para yardımı ve bazı düzenlemeler ile destekleyerek faaliyete geçirdi, 1927'de, Darülbedayii'nin başına sinema ve tiyatro adamımız Muhsin Ertuğrul getirildi.




  • Avrupa'ya giderek değişik alanlarda kendini yetiştiren Muhsin Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirmiş, kadın ve erkek oyuncuların yetişmesini sağlamış, çağdaş oyunları çevirterek Batı ile aynı yıllarda aynı oyunların bizde de oynanmasını sağlamıştır.




  • Sahneleme, oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmeye çalışırken tiyatromuzu yurdun her köşesine yayma teşebbüslerine de girişerek bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini atmıştır.
  • Darülbedayii'nin işleyişi üzerine bir takım nizamlar koyarak tiyatronun pek çok sorununu çözme yolunda önemli adımlar atan Muh- sin Ertuğrul, edebî heyet ile anlaşamaz ve görevden ayrılır. Onun yerine dört yıl görev yapan Suphi Sadık Bey atanır.




  • 1930'da çıkan Belediyeler Kanunu sonrasında o zamana kadar yardımcı olmaya çalıştığı bu kurumu, İstanbul Belediyesi doğru- dan doğruya çatısı altına alır. 1930'da temsil vermek üzere Ankara'ya gelen Darül-bedayi sanatçılarını, Marmara Köşkü'nde kabul eden Atatürk, Muhsin Ertuğrul'a, ti- yatroyu geliştirmek için devletin mutlaka yardım etmesi gerektiğini ve Başbakan İsmet İnönü'nün bu konuyla ilgilenmesini ister.
  • Tiyatro, halk terbiyesinde önemli bir okul olarak düşünüldüğünden 1931'de İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Tiyatro Meslek Mektebi açılır.
  • 1933'te kapanır. Darülbedayi adı, 1934'ten sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu olarak değiştirilir. Aynı yıl Musiki ve Temsil Akademisinin kanunu çıkar. Ancak 1936'ya kadar öğretime başlayamayan Temsil Akademisi, konservatuarın tiyatro bölümü olarak kurulması için Almanya'dan CarlEbert davet edilir.




  • Sık sık Türkiye'ye gelen Carl Ebert, önce Türk tiyatrosunun sorunlarını inceleyerek işe başlar. Ona göre Türk tiyatrosunun başlıca sorunları şöyledir:
  • Klasik bir sahne edebiyatı yoktur.
  • Ciddi ve sürekli bir aktör sınıfı yoktur.
  • Özel ve gezici tiyatrolar etkin bir varlık gösterememektedir




  • Carl Ebert'e göre bunun için şunlar yapılmalıydı: "Devlet yerleşik ve ciddi bir repertuar tiyatrosu kurmalı, Avrupa'ya öğrenci göndermek çıkar yol değildir, bunun için bir tiyatro okuluna şiddetle ihtiyaç vardır. Buradan yetişenlerin zorunlu olarak sahne hizmetlerinde çalışması sağlanmalıdır."




  • 1935-1936 sezonunda Darülbedayi içinde Muhsin Ertuğrul önderliğinde bir çocuk tiyatrosu kurulur. Çünkü tiyatro sevgisi ve yarının tiyatro adamları ancak böyle oluşabilecektir. 1 Ekim 1935'te Tepebaşı Tiyatrosu'nda sahneye konan ilk çocuk oyunu M. Kemal Küçük'ün Çocuklara Tiyatro Dersi adlı oyunudur.

1940'da Devlet Konservatuarı Kanunu çıkarılır. Bu kanuna göre temsil bölümü opera, tiyatro ve bale bölümlerinden meydana gelecek, konservatuarda öğrenim orta ve yüksek derece olmak üzere iki aşamalı olacak ve mezunlardan ihtiyaç ölçüsünde Devlet
Tiyatro ve Operası ile Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına eleman alınacaktır.



  • Bu kanunda Tatbikat Sahnesinin kurulması da düşünülmüştür. Burs verilecek öğrenciler, burada en az bir yıl çalışmak zorunda olacaktır. Tiyatro bölümünde öğretim beş, operada ise yedi yıl olacaktır.




  • Eğitimli tiyatrocuların yetişmesinde büyük hizmet vermiş olan Ankara Devlet Konservatuarı, Musiki ve Temsil Akademisi'nin bir bölümü olarak açılır.
  • Devlet Konservatuarı 1941'de ilk mezunlarını verir. Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, mezuniyet töreninde tiyatro ve opera şeklindeki temsil sanatının bir medeniyet meselesi olduğuna işaret eder.
  • İlk mezunların verildiği 1941'de "Tatbikat Sahnesi" oluşturulur. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949'da Devlet Tiyatroları resmen kurulacaktır. Bale bölümü 1949'a kadar kurulamamıştır.




  • Ulusal bilinci pekiştirmek, toplumun çağdaşlaşmasına hizmet etmek gibi amaçlarla kurulan ve 1932-1952 yılları arasında hizmet veren Halkevleri'nin önemli kollarından olan temsil kolları, şehir ve kasabaların tiyatro ihtiyacını gidermeye çalışmak, gençleri güzel ve serbest konuşmaya alıştırmak, gençlerin fikir, sanat ve dil terbiyelerine yardım etmek, tiyatro artisti olabilecek kabiliyetlerin kendilerini göstermelerine imkân vermek, iyi hatip yetiştirmek üzere plânlanmıştır




  • Halkevleri tiyatro şubeleri ile amatör gençlik kuruluşları; 1940'da açılan Köy Enstitüleri, tiyatromuzun bütün Anadolu'ya yayılıp sevilmesinde önemli görev üstlenmiş, memlekette tiyatro zevkini yaymaya çalışmışlardır.




  • Darülbedayi sanatçıları 31 Temmuz 1923'de Mustafa Kemal'in huzurunda oynadıkları İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizin-ci'nin Ceza Kanunu uyarlamasında, Bedia Muvahhit de sahneye çıkar ve böylece Türk kadını sahnede yerini almış olur.




  • Cumhuriyet döneminde tiyatro faaliyetlerinin başkent Ankara ve diğer Anadolu şehirlerine de kaymaya başladığına şahit olunur. 1925'te Darülbedayi ilk turneyi Samsun ve Bafra'ya yapar. Daha sonra Trabzon'a giderler. 1926'dan itibaren Da-rülbedayi Anadolu'da da programlı seyahatlere çıkar.



  • Balıkesir, Edremit, İzmir, Ödemiş, Bursa, Ankara, Konya, Samsun, Giresun, Trabzon ve Ankara'ya; 1928'de Adana, Mersin'den sonra Kahire, İskenderiye'ye giderler. Mısır'dan Kıbrıs'a, oradan da İzmir'e gelirler. İzmir, Nazilli, Manisa'da temsiller verirler.




  • 1929'da Adana, Mersin, Kıbrıs, Antalya ve İzmir'e, 1930'da Ankara, Eskişehir, Adana, Kıbrıs, Mersin, Tarsus, Antalya, İzmir'e gidilir. Bir kez de Balkan şehirlerine gitmişlerdir. Tiyatroyu oralarda tanıtmak yolunda önemli görevler yaparlar. Atatürk döneminde başlangıçta tiyatro çalışmalarının merkezi Türk Ocakları iken daha sonra Halkevle-ri'nin kurulmasıyla oyunlar bu merkezlerde oynanmıştır.




  • Atatürk devrimlerinin benimsenmesini gerçekleştirmek, Cumhuriyet'in kültür atılımını yapmak, halk arasında kültür ve düşünce birliğini sağlamak, kır-kent ve köylü-aydın ikiliğini ortadan kaldırmak amacıyla kurulan ve 1931-1952 yılları arasında hizmet veren Halkevleri Temsil Şubeleri ile amatör gençlik kuruluşları, memlekette tiyatro zevkini yaymaya çalışmışlardır. Bu yıllarda Halkevleri ve Şehir Tiyatroları, oyunların sahnelendiği en önemli merkezlerdir




  • Darülbedayi ve Halkevleri'nin temsillerini izleyen, görüşlerini bildiren Atatürk'ün tiyatroya ilgi ve sevgisi nedeniyle bu dönemde Devlet Konservatuarı açılmış, tiyatro sanatı desteklenmiş, tiyatro ve müzik sanatlarının öğretileceği bir okulun açılması sağlanmıştır




  • sanata ve sanatçılara büyük önem vermiş, başbakanlığı döneminde yeni kurulan konservatuarda tiyatro ve opera derslerine girerek denetlemelerde bulunmuştur. İnönü, Türk tiyatrosunun başka gelişmiş ulusların ti yatroları seviyesine çıkmasını istiyordu, çünkü çağdaşlaşmanın en önemli adımlarından birinin tiyatro olduğu inancındaydı




  • Darülbe-dayi toparlanma döneminden sonra, çocuk oyunları temsillerine de başladı. Cum-huriyet'in ilk yıllarında tuluat tiyatrosu da sürdürülmüştür.
  • 1923-1946 YILLARINDA YAZILAN TİYATRO ESERLERİMİZ, KONULARI VE YAZARLARIMIZ
  • Tiyatro Eserleri
  • Tiyatro eserlerimizin ilk örnekleri Tanzimat ile verilmiş olup bu eserlerde amaç, toplumu eğitmek ve öğretmek olduğundan estetik kaygı güdülmemiştir. Meşrutiyet döneminde de tiyatro eserleri nicelik bakımından çok fazla olmakla beraber nitelik açısından başarılı sayılmaz



Bu eserlerden bir kısmı okunmak için yazılırken bir kısmı da çalakalem yazılıp sahnelendiğinden işlenmemiş ve çoğu basılmamış; basılanların da büyük bir kısmı takma adla yazıldığından gerçek yazarları tespit edilememiş, ya da tiyatroya hevesli kişiler tarafından yazıldığından bunlar tanınmamıştır,


  • Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk, tiyatrodan çok şey beklediği için tiyatroyu bir araç olarak görmüş, çağdaş bir Türk tiyatrosu ancak Cumhuriyet'in ilerleyen yıllarında oluşmaya başlamıştır. Oyunlar, ciddi dramlar, güldürüler, müzikli oyunlar türündedir
  • Cumhuriyet'in ilk on yılında yazılan tiyatro eserlerimizin çoğu, gündemde olan siyasî görüşleri ve sanat anlayışımızı yansıtır. Oyunlar düşünce ağırlıklı olup topluma mesaj vermektedir. Melodram özelliği taşıyan bu oyunlar didaktiktir.
  • Atatürk, Cumhuriyet dönemi güzel sanatlarımız üzerindeki çalışmalarımızın kaynağını Türk tarihinin, Türk halk kültürünün ve Cumhuriyet'in getirdiği yeni değerlerin oluşturmasını istiyordu.




  • Bu nedenle yazarlarımız Anadolu'nun, Türk kültürünün değerli bir hazinesi olduğunu görerek Anadolu'ya yönelmişlerdir. Bundan dolayı, eski Türk tarihi ile Türk kültürünün uzantıları, sürekli olarak ve ısrarla Anadolu'da aranmış ve bulunabilmiştir.




  • Atatürk döneminde yazılan sahne eserleri devrimci, aydın ve yeni Türkiye'nin ideallerini yansıtır. Halkevleri ve Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen bu oyunların başlıca amaçları halkın eğitilmesidir.




  • Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren tiyatro, opera, bale sanatlarının alt yapısı oluşturulurken, yeni oyun ve operalar yazılması, bestelenmesi konusu gündeme gelmiştir.
  • Atatürk yeni kurduğu cumhuriyet rejiminin yerleşmesi, korunması, inkılâp ve ilkelerin halka benimsetilmesi, Türk milletinin yüce erdemleri, ülküsü ve değerlerinin yeniden halka tanıtılmasında tiyatrodan yararlanmış ve tiyatro yazarlarına piyesler sipariş etmiştir.




  • Meselâ Faruk Nafiz'in "Akın, Özyurt ve Kahraman" piyesleri bu sipariş üzerine yazılmış, hatta Münir Hayri'nin 1932'de kaleme aldığı Bayönder, Bir Ülkü Yolu ve Taş Bebek; Faruk Nafiz'in Akın, Behçet Kâmil'in Tünübük adlı tiyatro eserlerinde Atatürk, bazı düzeltmeler yapmış, Abdülhak Ha-mit Tarhan'ın Hakan (1935) oyununu da okumuş bazı satırların altını çizmiştir.




  • Bu yüzden Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunun ilk dramaturgu olarak Atatürk gösterilmektedir. Behçet Kemal'in Çoban oyununun temsilinden (1932) sonra da; "Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır." demiştir.




  • Opera sanatımızın da gelişmesini isteyen Atatürk, Bayönder'i Necil Kâzım Akses'e, Taş Bebek'i Ahmet Adnan Saygun'a vererek opera olarak bestelemelerini istemiştir. Öz Soy operasının librettosu İçin Münir Hayri Egeli'yi görevlendirmiş ve operanın konusunu kendisi vermiştir.
  • Türk-İran kardeşliğini, dostluğunu vurgulayan bu opera, Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenmiş ve İran Şahı Rıza

Pehlevi'nin Ankara'yı ziyareti sırasında (Haziran 1934) Ankara Halkevi'nde sahneye konulmuştur.



  • Oyunu Rıza Pehlevi ve Atatürk birlikte izlemişlerdir. Necil Kâzım Akses de 1934'de Yaşar Nabi Nayır'ın Mete oyununu opera olarak besteler.
  • Cumhuriyet'ten önce oynanan yabancı oyunlar genelde Fransızcadan adapte edilmiş komedi ve vodvillerdi. 1923'ten sonra bunlar yine oynamış olmakla beraber, seyirci Fransız eserleri dışında diğer ulusların sanat eserlerini de tanıma fırsatı buldu.
  • 1924-1925 sezonunda Ahmet Vefik Paşa'nın Molyer'den adapteleriyle birlikte Vedat Nedim Tör'ün İşsizler adlı telif oyunu oynanan ilk yerli eserlerdendir
  • Yabancı eserlerin yanında sahnelenen başlıca yerli eserlerimiz sırasıyla şunlardır: Faruk Nafiz'in Canavar, Refik Nuri Bey'in Kördüğüm, Hüseyin Suat'ın Harman Sonu, Halit Fahri Bey'in Sönen Kandiller,
  • Abdülh'ak Hamid'in Tezer, Mu-sahipzade Celâl'in Fermanlı Deli Hazretleri ve Vedat Nedim Bey'in Fevkalasri-ler, Musahipzade Celâl'in Aynaroz Kadısı, Halit Fahri'nin Nedim, Vedat Nedim'in Hayvan Fikri Yedi,
  • Musahipzade Celâl'in Kafes Arkasında, Cevdet Kud-ret'in Tersine Akan Nehir, Musahipzade Celâl'in Bir Kavuk Devrildi, Cevdet Kudret'in Rüya İçinde Rüya, Musahipzade Celâl'in Mum Söndü,
  • Nazım Hik-met'in Kafatası, Faruk Nafiz Çamlıbel'in Akın, Celal Esat'ın Saatçi opereti, Musahipzade Celâl'in Pazartesi-

Perşembe, Nazım Hikmet'in Bir Ölü Evi, Hüseyin Rahmi'nin Kadın Erkekleşince,
Ekrem Reşit Bey'in Üç Saat, Celâl Esat'ın Büyük İkramiye adlı operetleriyle Almanca bir operetten adapte edilen Sarı Zeybek Oteli adlı eseri, Musahipzade Celal'in Gül ve Gönül, Halit Fahri'nin On Yılın Destanı... Bu eserler 1935'e kadar çokça oynanan yerli eserlerimizden olup daha sonra da devlet ve özel tiyatrolarda oynanmışlardı


  • 1930'lu yıllarda, Atatürk'ün belirlediği amaç doğrultusunda, konusunu Türk tarihinden, uygarlığından, destan ve efsanelerinden halk kültüründen, Cumhuriyet'in erdemlerinden, devrimlerinden alan birçok oyun yazılmıştır.
  • "Faruk Nafiz Çamlıbel: Akın, (1932), Özyurt (1932), Kahraman (1933), Yangın (1933), Münir Hayri Egeli: Bayönder (1932), Bir Ülkü Yolu (1932), Taş Bebek (1932),
  • Behçet Kemal Çağlar: Çoban (1933), Ergenekon (1933), Attilâ (1935), Yaşar Nabi Nayır: Mete {1932}, İnkılâp Çocukları

(1933), Beş Devir (1933), Köyün Namusu (1933),



  • İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci: Seriye Mahkemesinde (1933), Belkıs (1934), Halit Fahri Ozansoy: On Yılın Destanı (1933), Necip Fazıl Kısakürek: Tohum (1933),




  • Aka Gündüz: Beyaz Kahraman (1932), Yarım Osman (1933), Gazi Çocukları İçin (1933), Köy Muallimi (1933), Mavi

Yıldırım (1934), O Bir Devirdi (1938),



  • Abdullah Ziya Kozanoğlu: Kazanoğlu (1932), Vedat Nedim Tör: Yirmi Dokuz Birinciteşrin (1933), Değişen Adam (1941), Vehbi Cem Aşkun: Oğuz Destanı (1935), Atatürk Köyünde Bir Uçak Günü (1936),




  • Reşat Nuri Güntekin: İstiklâl (1933), Vergi Hırsızı (1933), Nihat Sami Banarlı: Kızıl Çağlayan (1933), Vasfi Mahir Kocatürk: Yaman (1933), Peyami Safa: Gün Do ğuyor (1937),




  • Abdülhak Hâmit Tarhan: Hakan (1935), Nahit Sırrı Örik: Sönmeyen Ateş (1933), Galip Naşit: Destan (1933), Ziya Boral: Yaşayan Ölü (1936), Ferit Celâl Güven-Raşit Rıza Samako: Çakır Ali (1937)




  • Burhan Cahit Morkaya: Gavur İmam (1933), Celâl Tuncer: Devrim Yolcuları (1937), Saim Kerim Kalkan: Vatan ve Vazife (1938), Ahmet Naim -Celâl Edip: Uzun Mehmet (1938),




  • Şükrü Halil Tuğal: Kartal (1936), Yusuf Sururi Eruluç: Yanık Efe (1936), Bir Gönül Masalı (1938), Musahipzâde Celâl: Atlı Ases (1936), Köprülüler (1936), Lâle Devri (1936),




  • Aziz Nogay: İstibdat'tan Cumhuriyet'e (1933), Sevr'den Lozan'a (1933), Şinasi Okur: Gâzi'nin Yolu (1935), Kadın Saylav

(1935), Naci Tanseli: Zafer İçin (1933), Yunus Nüzhet Unat: Hedef (1934), Haydi Suna (1938),



  • Halit Fahri: Ali Baba ve Kırk Haramiler (1936), Feyzi Kutlu Kalkancı: Timurhan (1934), Osman Cemal Kaygısız: Üfürükçü (1935), Necmeddin Veysi: Güneş (Destan, 1934),




  • Nüzhet Haşim Sinanoğlu: Sakarya (1934), Bir Zabitin 15 Günü (1934), Ali Mustafa Soylu: Cem (1931), Hüseyin Hüsnü: Vatandan Vatana (1933), Kâzım Naim Duru: Uyanış (1933),
  • İbrahim Tarık Çakmak: Bozkurt (1935), Behzat Butak: Atillâ'nın Düğünü (1935), Ana (1936), Osman Sabri Adal: Vatan Uğruna (1931), Fuat Edip Altan: Tarih Anlatıyor (1935),




  • Vedat Ürfi Bengü: Kanun Adamı (1938), F. Şemsettin Benlioğlu: Albayrak (1935), Ahmet Faik Türkmen: Vasiyet (1936), A. İsmet Ulukut: Sümer Ülkerleri (1934),




  • İ. Galip Arcan: Kimsesizler(1941), Suat Salih Arsal: Yalnız Adam(1940), İ. Hakkı Baltacıoğlu: Ölüler (1939), Akıl Taciri (1940), Andaval Palas (1940), Kütük (1946),
  • Vedat Ürfi Bengü: Kanun Adamı (1938), Beyaz Baykuş (1940), Hakkı Günal: Bozkurt (2) (1941) vb.




  • Oyunların Konuları 1923-1946 döneminde yazılan tiyatro eserlerinin konularını şöyle sınıflandırabiliriz:
  • Savaş yıllarının olaylarını ele alan eserler, Eski-yeni kurumların karşılaştırılması Tarih, mitoloji ve masalları konu alan eserler
  • Batılılaşma, sosyal değerlerdeki değişimler
  • Türk'ün yüce karakter özelliklerini işleyen eserler,
  • Osmanlıyı yeren ve eleştiren eserler,
  • 7.Cumhuriyet rejiminin faziletlerini anlatan eserler,
  • 8.Atatürk'ün fikir ve düşüncelerini işleyen eserler
  • Kurtuluş Savaşı öncesi, sonrası ve savaş yıllarında görülen savaşa inananlar ve inanmayanlar arasındaki çekişmeler, Türk tiyatrosunda da yankısını bulmuştur. Ülküme Doğru, Yaman, Tipi, Hürriyet Apartmanı, Yarım Türkler ve Tokat gibi piyeslerde bu inanmayan kişilerin hayatları, sıkışınca ülkeyi terk edişleri söz konusu edilmiştir.




  • Gün Doğuyor, Mavi Yıldırım adlı oyunlarda, inançsızlar karşısında, zafere inanan bir görüş, bir inanış vardır. Bir kısım oyunlar da (Bir Zabitin On Beş Günü, Yaşayan Ölüler), düşmanla işbirliği yaparak milleti soyan harp zenginlerini, paranın gücünü, ahlâk krizlerini ele almıştır.




  • Kurtuluş Savaşı'nda halkın gösterdiği fedakârlık, kahramanlık, tutucu kesime karşı verilen mücadele, savaşı konu alan eserlerde ağırlıklı olarak yer alır. Nihat Sa-mi-Kızıl Çağlayan, Bürkün Cahit-Gavur İmam, Celal Edip-Uzun Mehmet, Faruk NafizKahraman, Peyami Safa-Gün Doğarken vb.




  • Eski-yeni kurumların karşılaştırılarak yeni kurumları yüceltme arzusundan doğan bu eserlerin bazıları şunlardır:
  • Musahipzâde Celâl- Pazartesi Perşembe, Bir Kavuk Devrildi, Reşat Nuri-Hülleci, Ertuğrul Şevket- şeriatçası vb.
  • Özellikle 1932'den sonra yazılan eserlerde Atatürk'ün yeni tarih görüşünün etkisiyle eski Türk tarihine yönelen yazarların sayılarında artış görülmüştür. Tarih, mitoloji ve masalları konu alan eserlerden bazıları şunlardır:
  • Yaşar Nabi-Mete; Faruk Nafiz-Akın, Özyurt; Behçet Kemal-Çoban; Münir Hayri-Öz Soy; Ahmet İsmet Ulukut-Sümer

Ülkerleri; S. Behzat Budak-Attilâ'nın Düğünü; M. Kemal Ergene-kon-Attilâ;



  • Feyzi Kutlu-Timurhan; Abdülhak Hamit-Hakan vb. Bu eserler, Türk uygarlığının devri içinde en önde oluşunu sergilemekte ve

Türklük bilincini aşılamayı amaçlamaktadırlar. Bir kısım eserler ise, konularını daha çok Osmanlı'nın son döneminden, İstiklâl Savaşı'ndan, Atatürk'ün hayatından, devrimlerinden alıyordu.



  • Kahraman, İstiklâl, Mavi Yıldırım, Sönmeyen Ateş, Kızıl Çağlayan, Gün Doğuyor ve Devrim Yolcuları'nda Atatürk ön plândadır. Hayri Muhiddin, 1926'da Gazi Mustafa Kemal adlı bir oyun yazmıştır.
  • Atatürk'ün konusunu Türk tarihinden, halk kültüründen alan eser yaratma arzusu, bu yıllarda opera alanında da ilk ürünler verilerek gerçekleştirilmiştir. (Öz Soy, Taş Bebek, Bay Önder-1934)




  • Bazı yazarlarımız eserlerinde mitolojiden ve masallardan da yararlanmıştır. Se-lahattin Batu'nun Güzel Helena, Oğuzata,

Kerem ile Aslı adlı oyunlar gibi.


  • Yazarlarımız tarih, efsane ve masallara yöneldikleri oyunlarında aynı zamanda Türk milliyetçiliğini de aşılamaya çalışmışlardır.
  • Cumhuriyet'in bu ilk yıllarında Batılılaşma, sosyal değerlerdeki değişimler de tiyatro eserlerine konu edilmiştir. Batı uygarlığı, çağdaş uygarlığı yakalamayı arzu eden yönetimlerin temel amacı olmuştur. Onunla eski devirlerin her türlü kalıntısı yok edilecek ve yeni bir sisteme geçilecektir.




  • Toplumumuzda arzu edilen değişiklikler için Batı kültürüne yaklaşmak zorunlu görülmüştür. Musahipzade, Yakup Kadri, Reşat

Nuri, Cevdet Kudret gibi yazarlarımızın eserlerinde bu konuların detaylı biçimde ele alındığı görülmektedir.



  • Geleneksel değerlerimiz bu yazarlarımızın eserlerinde toplumsal gelişmenin önünde engel gibi gösterilerek eleştirilmiş, Batılı değerlerin yeni bir toplum ve kültür yaratmadaki önemi vurgulanmış, onların yanlış anlaşılması sonucu görülen ahlâkî yozlaşma da yerilmiştir.




  • 1940'lı yıllara gelindiğinde de ülkemizdeki toplumsal, siyasî değişimler ışığında Batılılaşma sorunu üzerinde uzun uzun durulmuştur. Bu konular üzerinde daha sonraki dönemlerde de durulacağı görülecektir.

Bu eserlerin bir kısmı, Batılılaşmanın aile üzerindeki etkisini ele alırken bir kısmı ahlâkî açıdan sorunlara eğilmiş, bir kısmı Batılılaşmanın aydınlar üzerindeki etkisini ele almıştır. Cevat Fehmi, Batılılaşmayı geleneksel değerlerimiz ve yaşam biçimimiz bakımından tehdit edici görmüştür.


  • İlk oyunlarını 1940'lı yıllarda vermeye başlayan Başkut'un Büyük Şehir (1942), Küçük Şehir (1946), Koca Bebek(1947),

Paydos(1948) oyunları ve daha sonra yazdığı pek çok oyunu bu konu üzerine yazılmıştır.



  • Sabahattin Kudret Aksal (Evin Üstündeki Bu-lut-1947), Ahmet Muhip Dranas (O Böyle İstemezdi-1947), A. Kutsi Tecer'in (Yazılan Bozulmaz-1946) gibi. Cevdet Kudret'in Tersine Akan Nehir, Rüya İçinde Rüya, Kurtlar, Yaşayan Ölüler gibi eserlerinde değer bunalımıyla kişilerin ruhsal bunalımları arasında bağıntılar kurulur. Musahipzade Celal Selma adlı oyununda toplumdaki değer çalkantısını ahlâk sorunu olarak ele alır.




  • Münir Hayri'nin Bayönder, Özsoy, Necip Fazıl'ın Sabır Taşı, Tohum adlı eserleri ile Yaşar Nabi'nin Mete, Behçet Kemal Çağlar'ın Atilla ve Çoban, A. İsmet Ulukut'un Sümer Ülkerleri, Türk'ün yüce karakter özelliklerini övmüştür. Faruk Nafiz'in Atatürk'ü konu alan Kahraman (1933) Yayla Kartalı (1945) eserlerinde de Türk gücü övülmüştür.




  • Musahipzade Celâl, Osmanlı İmparatorluğunun 17. ve 18. yüzyıllardaki durumunu verirken, imparatorluğu çöküşe götüren nedenleri eleştirel bir şekilde gözler önüne sermiştir. Balaban Ağa, Pazartesi Perşembe, Aynaroz Kadısı, İstanbul Efendisi, Bir

Kavuk Devrildi, Mum Söndü, Gül ve Gönül vb. eserleri bu türdendir


  • 1930'lu yıllardan sonra geleneksel halk tiyatrosuna ilgi duyan yazarlarımız, Karagöz oyunları da yazmışlardır. Karagöz oyunlarında günün şartlarına göre yenileştirmeler de yapılmıştır.
  • Ahmet Süleyman- Karagöz'ün Açıkgözlülüğü (1931), Karagöz'ün Evden Kovulması (1931), Karagöz'ün Evlenmesi

(1931), Karagöz'ün Florya Seyahati (1931), Karagöz'ün İç Güveyliği (1931);



  • Rahmi Balaban- Özdemir Onbaşı (1938), Şehir mi Tövbeler Tövbesi (1938); Hayalî Küçük Ali- Hayal Perdesi (1937);
  • M. Vasıf Okçugil- Karagöz Güvey (1933), Karagöz Salıncakçı (1933), Karagöz Yalova Sefasında (1933), Karagöz Ahçıbaşı (1933), Karagöz Deli (1933); Karagözcü Kâzım- Karagöz Milyoner (1934), Karagöz'ün Dünyaya Dönüşü (1934); Ismayıl Hakkı Baltacioğlu- Karagöz Ankara'da (1940), Ercüment Behzat Lav- Karagöz Stepte (1940) oyunlarını yazmışlardır.

Oyun Yazarlarımız


  • Cumhuriyet devrinde oyun yazarları, Batı modelindeki tiyatronun kurumsallaşması ile gelişme göstermiştir. Eski dönemlerde eser veren yazarlarımız dışmda(Abdül-hak Hâmit Tahran, İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, Behzat Butak, Aka Gündüz, ) bu dönemde sayıları hızla artan pek çok yazarımız tiyatro eseri yazmıştır.




  • 1923-19461ı yıllarda eser veren başlıca yazarlarımız, Musahipzade Celâl, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Vedat Nedim Tör, Nazım Hikmet, Reşat Nuri, İsmail Hakkı Baltacioğlu, Nahit Sırrı Örik, Necip Fazıl Kısakürek, Cevdet Kudret, Münir Hayri Egeli gibi yazarlardır.




  • "Beş Hececiler" diye anılan şairlerimiz tiyatro eserlerini de manzum olarak yazmışlardır. [Faruk Nafiz- Akın (1934), Kahraman (1938), Halit Fahri Ozan-soy- On Yılın Destanı (1933)]


Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864- 1944)


  • Oyunlarından çok tiyatro üzerine yaptığı eleştirilerden dolayı onu eleştirmen olarak değerlendirebiliriz. Yazarın sahneye konan tek tiyatro eseri Kadın Erkekle-şince'dir.(1933) 13 Aralık 1932 de Darülbedayi tiyatrosunda oynanmıştır.




  • Bizdeki tiyatro binalarını ve sahneye konan eserleri yetersiz bulmuş, bu konudaki düşüncelerini bazı romanlarıyla Hazan Bülbülü adlı oyununun önsözünde ve gazetelerde yazdığı makalelerde açıklamıştır. Yazar tiyatro binalarımızı, oynanan oyunları beğenmediği gibi uyarlamaları da bizim toplum yapımıza uymadığı için başarısız bulur.




  • Tiyatro yazarımızın henüz olmadığını, birkaç öykü, makale yazan kişilerin tiyatro yazmaya heveslendiklerini söyler. Eserlerde kişilerin yazar gibi değil, rol yaptığı kişi gibi konuşmasının gerektiğine işaret eder. Tiyatro eserinin toplumun problemlerine değinmesini ister.
  • Kadının çalışmaya başlamasının ev yaşantısında ortaya çıkardığı sorunları ele alan Kadın Erkekleşince, genç kızların, aileleri tarafından zengin olmak amacı ile kendilerinden çok yaşlı kimselerle evlendirilmelerinin kötü sonuçlarından birini işleyen Hazan

Bülbülü(1916),

romantik bir şairin, komşu evin penceresinde gördüğü genç kıza âşık oluşunu ele alan İstiğrak-ı Seher, 1894 yılında
İstanbul'da olan büyük depremden esinlenerek yazdığı basit bir aşk ve ihanet konusunu ele alan Zelzele,


  • evli bir erkeğin yabancı bir kadınla kurduğu ilişkinin getirdiği, sonu ayrılmaya varan huzursuzluk ve bu ayrılık yüzünden kadının çocukları ile beraber çektiği geçim sıkıntısı, erkeği bu davranışından ötürü bekleyen kötü sondan bahseden İki Damla Yaş, başlıca eserleridir.
  • Elimizde bulunan bu oyunlardan başka "Tokuşan Kafalar ve Mesuduz" adlı iki denemesinin daha olduğu söyleniyorsa da, yayınlanmadığı gibi sahneye de konmayan bu oyunların yalnızca adları bilinmektedir.
  • Musahipzade Celâl (1868-1959)
  • Meşrutiyet Dönemi'nin önemli oyun yazarlarından olup Cumhuriyet Devrinde oyun yazarlığını başarıyla sürdürmüştür. Şinasi'nin tiyatroda tuttuğu yolu devam ettiren sanatçılarımızdandır.
  • Osmanlı'nın yaşamı, kurumları, bazı inanç ve geleneklerini gülünçleştirerek anlattığı komedileri bazı eleştirmenlerce olumsuz eleştirilere neden olmuş, devrin hatırı için geçmişe küfrettiği öne sürülmüştür.
  • Musahipzade Celâl, 1912'de yazdığı Köprülüler oyununun çok beğenilmesi üzerine oyunlarının konularını tarihten alır.
  • Eserlerinin kostüm ve dekoruna çok önem vermiştir. Hemen hemen bütün oyunları Darülbedayi'de ve İstanbul Şehir Tiyatrolarında oynandı. Bazıları filme alındı. 1936'da iki ciltte toplanarak yayınlanan oyunları şunlardır:
  • Köprülüler(1912), İstanbul Efendisi(1913), Macun Hokka-sı(1917), Yedekçi(1919), Kaşıkçılar(1920), Lale Devri(1921) Türk Kızı, Atlı Ases(1936), Demirbaş Şarl(1936), İtaat İlamı(1936), Fermanlı Deli Hazretle-ri(1936), Aynaroz Kadısı(1936),




  • Kafes Arkasında(1936), Bir Kavuk Devrildi, Mum Söndü(1936), Pazartesi... Perşembe(1936), Gül ve Gönül(1936), Balaban Ağa(1936), Selma(1936), Genç Osman (basılmadı), Moda Çılgınlıkları(basılma-dı) Sevda Şener'in Musahipzade Celâl ve

Tiyatrosu adlı bir inceleme eseri vardır

İsmail Hakkı Baltacıoğlu (1886- 1978)


  • Hayatında özellikle tiyatroya ve tiyatro yazmaya yer ayırmış bir kişidir. Baltacıoğ-lu hem eğitim, hem de okullarda tiyatro eğitimi konusunda son derece özgün, orijinal ve hâlâ önemini koruyan, zamanı içinde çok yeni ve çok öncü sayılabilecek görüşler üretmiştir.




  • Oyunlarında fanteziye yer verir. Ona göre tiyatro toplum ruhunu içinde taşır, yaşamakta olan değerleri dile getirir. Oyunlarında konuşmalar çok canlı ve oyunları güldürüye yakındır. Soyutlamalara yer verdiği oyunlarında oyun kişileri gerçekçi ve tek yönlüdür.




  • İnanmak (1939), Ölüler (1939), Salt Çelebi (1939), Hayvanlar (1939), Akıl Taciri (1940), Kafa Tamircisi (1940), Andaval

Palas (1940), Kütük (1946), Dolap Beygiri (1949), Karagöz Ankara'da (1949), Küçük Şehit (1961

Nahit Sırrı Örik (1895-1960)


  • Pek çok konuda eser veren, gazetecilik yapan yazarın Sönmeyen Ateş (1933, Muharrir (1934), Alınyazısı (1952) adlı oyunları vardır.


Vedat Nedim Tör (1897-1985)


  • "Kadro" dergisinin kurucularından ve bu dergi çevresindeki siyasal düşünce akımının öncülerinden olmuştur. Başlıca tiyatro eserleri:
  • İşsizler, Fevkâlasriler , Hayvan Fikri Yedi , Kör , Köksüzler , İmralı'nın İnsanları , Sanatkâr Aşkı , Hep ve Hiç (, Siyah Beyaz , Aşağıdan Yukarı , Sahte Kahramanlar .


Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973)


  • Süleyman Nazif'in oğludur. Edebiyata şiirle başlayan yazarın ilk şiirleri aruzladır. Milli Mücadele döneminde Milli edebiyatın oluşabilmesi ve geliştirilebilmesi için Türkçenin yalınlaşması, yabancı kelimelerden ve kalıplardan uzaklaşılması düşüncesini benimseyerek hece vezniyle yazmaya başladı.
  • "Beş Hececiler" grubuna dâhil oldu. Halkın eğitilmesi ve bilinçlendirilmesine yardım etmek için öğretmenlik mesleğine talip olan yazar, böylece Anadolu'yu yakından tanıma fırsatı buldu.
  • Şiir dışında tiyatro ile de ilgilenen yazarın Anadolu köylüsünün savaş, eğitimsizlik ve yoksulluk sebebiyle karşı karşıya kaldığı acıları ilk kez tiyatro sahnesinde sergilediği Canavar(1925), Osmanlı'nın son zamanlarında köylünün durumunu ele alır.
  • Sahipsiz kalan iyi ve dürüst köylülerden nasıl canavarlar türediğini gösterir. Bu eser, 1960'lı yıllarda artacak köy konulu oyunların da ilki olmuştur.
  • Öz-yurt(1932), Akın (1932), Atatürk'ü konu alan Kahraman (1933) Yayla Kartalı (1945), İlk Göz Ağrısı adlı oyunlarından başka çocuk oyunları da vardır: Bir Demette Beş Çiçek (1933), Yangın (1934), Belki Bir Gün (1946) gibi.



Nazım Hikmet (1901-1963)


  • 20. yüzyılın en büyük şair ve oyun yazarlarındandır. Bu dönemde yazdığı başlıca oyunları: Kafatası (1932), Bir Ölü Evi (veya Merhumun Hanesi) (1932), Unutulan Adam (1935)'dır.
  • Diğer oyunları: İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? (1955), Ferhat ile Şirin (1965), Sabahat (1965), İnek (1965), Ocak Başında / Yolcu (iki oyun bir arada-1966), Yusuf ile Menofis (1967), Sevdalı Bulut.


Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)


  • Tiyatro eserleri, dönemin tiyatrolarında aylarca kapalı gişe sahnelenmiştir. On yedi oyun yazan Kısakürek'in ilk oyunu Tohum'dur (1935). Künye (1940), Sabır Taşı (1940), Para (1942) bu yıllarda yazılmış olup diğer oyunları:
  • Nam-ı Diğer Parmaksız Salih (1949), Reis Bey (1964), Ahşap Konak (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964-Yazar bu eserini okunmak için yazmıştır.), Yunus Emre (1969), Abdülha-mid Han (1969), Kanlı Sarık (1970), Mukaddes Emanet (1970), Bir Adam

Yaratmak, Püf Noktası, Künye gibi oyunları büyük ilgi görmüştür.


  • Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarından kabul edilmektedir. Konularına mistik açıdan yaklaşan yazar, görünenin ardındaki görünmeyen gerçeklere yaklaşmak ister. İrsiyet ve çevrenin insan üzerindeki etkisini her eserinde gösterir. Serimsiz oyunları bir aksiyonla başlar


Münir Hayri Egeli (1904- 1970)


  • Milli Mücadele sırasında Atatürk'ün emriyle Paris Türk Haberler Bürosu'nu kurdu ve 1920-1922 arası onun idaresinde bulundu. Değişik kurumlarda yöneticilik, pek çok yerde öğretmenlik yaptı. Milli Temsil Akademisi (Devlet Tiyatrosu) ve Güzel Sanatlar Müdürlüğü'nde bulundu.
  • Atatürk'ün isteği ile Almanya ve Rusya'ya film eğitimi için gitti. Dönüşte filim rejisörlüğü yaptı, gazete ve dergiler çıkardı. 1933 yılında Atatürk'e en çok benzeyen heykeli nedeniyle ödüllendirildi.




  • Roman ve hikâyeleri yanında pek çok çocuk oyunu bulunan Münir Hayri'nin Kadın Geçerken, Yiğit Hamza, Yörük Emine gibi piyesleri ile Atatürk'ün el yazıları ile tashih ettiği (Bayönder, Öz Soy ) ile Atatürk'ün hayatına ait senaryosu vardır


Cevdet Kudret (1907-1992)


  • Tersine Akan Nehir (1929), Rüya İçinde Rüya (1930), Kurtlar (1933) adlı oyunları Darülbedayi'de sahnelenmiştir. Danyal ve

Sara adlı oyunu Varlık Dergisi'nde (1938), Yaşayan Ölüler adlı oyunu Ağaç Dergisi'nde (1936) tefrika edilmiştir.


  • Geleneksel seyirlik oyunlarımız üzerine araştırmalar yapan yazarın üç ciltlik Karagöz (1968, 1969), iki ciltlik Ortaoyunu (1973,

1975) üzerine yazılmış eserleri de vardır

Dönemin Tiyatrosuna Eleştiri


  • Atatürk döneminde tiyatro sanatına bakış açısı, yerli sanatın yerine Batılı sanatı hâkim kılmaktı. Devlet Konservatuarı

Kanunu'nda, tam anlamıyla Batı tarzı eğitim yapılacağı, geleneksel Türk tiyatrosu ile ilgili öğretime kesinlikle yer verilmeyeceği belirtiliyordu.


  • Tiyatro tarihi dersinde bile Batı tiyatrosu tarihi okutulacaktı. Okulun kuruluşundaki ana düşünceler de yabancı uzmanlar tarafından tespit edilmiş, kadrolar, yine Avrupa'da Batılı sanat eğitiminden geçen elemanlardan oluşturulmuştur.




  • Devlet Konservatuarında 1941-1947 yıllarında sahnelenen tek yerli oyun, A. Kutsi Tecer'in "Yazılan Bozulmaz" adlı oyunu olup, diğerleri yabancıdır.
  • Devlet Tiyatrosu'nun kuruluş tarihi 1949'a kadar geçen iki yılda yerli oyun olarak sadece O. Rıfat'ın Kadınlar Arasında, A. Kutsi Tecer'in Köşebaşı, C. Fehmi Başkut'un Paydos adlı piyesleri sahnelenir. Devlet Tiyatrolarının, yerli yazarları teşvik etme, tiyatro edebiyatımızı zenginleştirme görevini çok uzun yıllar yerine getirmediği görülecektir




  • Batı'yı bütünüyle taklit etmek yerine zengin malzemeye sahip Anadolu halk kültürüyle Batı kültürünü kaynaştırarak tiyatro edebiyatımızda orijinalliği ulaşabilirdik.
  • Ancak bu yıllarda tiyatromuzda yazar, eser, ya da gösterim olarak çok fazla gelişme kaydedememişse de Batılı anlamda Türk tiyatrosunun temelleri atılmış, sorunlar ortaya konmuş, çözümler tartışılmış ve bir tiyatro ortamı oluşturulmuştur.




  • Konservatuarın kuruluş amacından olan "memlekette müzik, tiyatro, opera, bale kültürünü işlemek" hususu yerine getirilememiş, Türk sahnesinin kuruluşu tamamen Batılı bir dramatik eğitim programına ve yabancı sanatçılar eline bırakılmıştır 1923-1946 yıllarında başta Reşat Nuri, Hüseyin Rahmi olmak üzere pek çok sanatçının tiyatro üzerine yazıları, eleştirileri

yayınlanmıştır. Tiyatro denemeleri yanında tiyatro eleştirisi de yapan Gürpınar, Hazan Bülbülü'nün önsözünde ve gazetelerde yazdığı makalelerde görüşlerini açıklamıştır.


  • Ona göre bizdeki tiyatro binaları ve sahneye konan eserler yetersizdir. Yabancı eserlerden yalnızca adlar Türkçeleştirilerek yapılan uyarlamaları da toplumumuzun yapısına uymayışları yönünden başarılı bulmaz.
  • "Tiyatro Müellifleri" adlı makalesinde, bizde o gün için tiyatro yazarı olmadığına, birkaç makale ya da hikâye yazanların yazdıkları tiyatro eserlerinin başarısızlığına değinerek tiyatro eserinin nasıl olması gerektiğini de açıklar.
  • Kahramanlar, mesleğine, kültür seviyesine göre konuşturulmalı, yazara göre değil, der. Orada rolü olmayan bir belâgat hocasının işi olmadığını, birçok gü zel sözleri bir araya toplamakla tiyatro yazılmış olmayacağını vurgular. Oyunlarda cümleler kısa, sevimli, sade, tabiî olmakla beraber konusu merak uyandırmalı, uzun sözlerden kaçınmalı, görüşündedir




  • 1933-1950 yıllarında yayınlanan Halkevleri merkezi yayın organı olan Ülkü dergisi ile 1935-1956 yılları arasında zaman zaman yayına ara verse de yine Hal-kevleri'nin desteği ile çıkan Yücel dergisinde tiyatro yazıları çıkmıştır.
  • Yerli ve yabancı tiyatrolar ile oynanan tiyatro oyunları ve oyuncuları hakkında Ülkü'de Münir Hayri, Nahid Sırrı, Nureddin

Sevin, Ceyhun Atuf Kansu, İ. Galip Arcan, Nurul-lah Ataç, Mehmet Tuğrul, Süleyman Kazmaz;



  • Yücel'de Vasfı Rıza Zobu, Yaşar Nabi, Muhtar M. Körükçü, Orhan Burian, Pertev Boratav, Sabri Esat Siyavuşgil, Muzaffer E. Uyguner, Lütfü Ay, Turhan Doyran, vb. gibi sanatçıların yazıları mevcuttur.
  • Değişik gazetelerde de tiyatromuz üzerine eleştiriler çıkar. Meselâ Ali Süha De-lilbaşı'nın Ulus gazetesinde oyun, oyuncu, oyun yazarı, oyunların konusu, çeviri ve adapteler üzerine yazıları vardır.




  • Yazar, çeviri ve adaptelerin Türk diline ve tavrına uymadıklarını, tiyatro yazarlarımızın yetenek ve kültür olarak üst seviyede olmaları gerektiğini, oyuncuların dil, tavır, diksiyon ve özgün oyunculuk konusunda eksiklikleri bulunduğunu söyler.




  • Yine Nurullah Ataç bir yazısında tiyatromuzun beceriksiz oyuncularını, yazarsızlığını eleştiriyor ve tiyatro anlayışının eksikliğini, yarı aydın seyircinin tiyatroya biçimsel yaklaşımını kınıyor