Hoş Geldin, Ziyaretçi!

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Kori Soslu Jerry Maguire: Yetenek Avcısı Film Eleştirisi

Magazin Editor

Magazin Habercisi
Katılım
28 Mar 2019
Mesajlar
7,951
Web sitesi
www.magazin.biz.tr
Son yıllarda Bollywood esintilerini yelpazesine katmaya başlayan Hollywood'un bu ekole mensup son filmi Yetenek Avcısı (Million Dollar Arm). Başarısı ABD'de tescillenmiş iki filmin, Slumdog Millionaire ve Life of Pi filmlerinin havasını belli olcude taşıyan bu filmin daha fazla ses getirmemesine şaşırdım. Nitekim filmin ana kahramanlarından Dinesh Patel'i, Milyoner'de Cemal'in hayırsız abisi Salim'i oynayan Madhur Mittal, Rinku Singh'i de Pi'nin Yaşamı'nda muthiş bir performans ortaya koymuş Suraj Sharma canlandırıyor. Ayrıca Jon Hamm, Lake Bell ve tecrubeli yetenek avcısı rolunde artık bu tur rollerin piri olmuş Alan Arkin de başroldeki isimler arasında.
Film gercek bir oykuye dayanıyor. Buyuk bir menajerlik şirketinin -ki bu şirketin onemli adamları, Staples Center'da Jack Nicholson'ın oturduğu yerlerden mac seyredecek kadar kodaman adamlar- en onemli calışanlarından olan JB Bernstein, gunun birinde bir cılgınlık yapıp kendi şirketini kurar. Ancak patronluk hayatında işler istediği gibi gitmez, son buyuk muşterisini de kaybedince son care olarak -televizyon seyrederken aldığı ilhamla- kriketin delilik seviyesinde takip edildiği, pazarlama acısından yeterince Amerikan işgaline uğramamış Hindistan'a giderek milyarlarca insan arasından beyzbolda atıcı olabilecek 2 kişi secmek icin Million Dollar Arm adında bir yarışma organize eder. Bu tuhaf ve kaotik ulkede bulduğu 2 Hintli yardımcısıyla ve uyumaktan başka birşey yapmayan yetenek avcısıyla birlikte, Dinesh ve Rinku'yu secerek Amerika'ya getirir. Amac, Southern California Universitesi'nde 1 yıllık bir beyzbol eğitiminin ardından bu potansiyelli ama ham gencleri profesyonel beyzbol takımlarına pazarlamaktır. Bu esnada hem Hint genclerin ABD'ye alışma sureci, hem de onları evine getirmek zorunda kalan Bernstein'in hayata bakışındaki buyuk değişimler filmin konusunu oluşturuyor. Filmde bircok şey beklendiği gibi gelişiyor, bu nedenle sonunu tahmin etmek zor değil. Zaten merak edenler yukarıda adını andığımız isimlerin kariyerini ve şu anda nerede olduklarını kısa bir araştırma sonunda rahatca bulabilir.
Filmde alıştığımız ve bence fazla sevmedigimiz oryantalizm bolca var. Hindistan'a ozgu kulturel unsurlara aşırı tuhaf bir gozle bakılmış. Amerika'nın ozgurlukler ulkesi imajı ceşitli yollarla bolca vurgulanmış. Gittiği her yerde kalabalık, tam bir insan seli bulan JB bu kargaşadan doğal olarak sıkılıyor, ama -ne kadar farkında bilinmez- gerek bildirilerin sağa sola dağıtılıp geniş bir kitleye ulaşması, gerekse secmelerin yapıldığı yerlerdeki techizatın montajı ve toplanmasını bu kalabalık, muhtemelen hicbir karşılık beklemeden yapıyor. Kapitalizm'in olumlu yanlarını ballandıra ballandıra anlatan filmin, Kollektivizm'in olumlu taraflarını takdir etmesini, en azından 5 kuruş para istemeden var gucuyle calışan iyi niyetli Amit'i bir parodi karakteri gibi gostermemesini isterdik, ama bir Amerikan filminden daha fazlasını beklemek doğru değil elbette.
Ama bunlar haricinde seyri keyifli bir film olduğunu soylemek mumkun. Muziklerin A.R. Rahman imzası taşıdığını atlamayalım. Her ne kadar film icinde cok one cıkmasa da, ozellikle Hindistan sahnelerinde filme etkisi tartışılmaz. Alan Arkin secmelerde nasıl gozu kapalı uyur vaziyette yetenek arıyorsa, aynı şekilde tum ustalığıyla, hicbir ekstra efor gostermeden, resmen gozleri kapalı oynuyor. Takdir etmemek olanaksız. Aynı şekilde fakir ama gururlu ve saygılı genc rolunde Madhur Mittal'i de sevdiğimi soylemeliyim.
SPOILER UYARISI: Aşağıdaki bolum, filmle ilgili birtakım subjektif duşunceleri icermektedir. Filmin gelişimi ve sonucuyla ilgili ipucları verebilir.
Filmde dikkatimi ceken noktalardan bir tanesi de, Hint kokenli Amerikalı Aash'ın kriketi cok sevdiğini soylemesine rağmen Dinesh ve Rinku'nun daha once hic oynamamaları bir yana, aynı zamanda hic sevmeleriydi. Burada bir "diaspora" refleksi olduğunu duşundum filmi seyrederken, nitekim soylarının ait olduğu yerden uzakta olanlar, genellikle kulturlerinin parcası olan şeylere daha sıkı sarılırlar, ama daha bilincsiz bir şekilde yaparlar bunu. Almanya'da yaşayan gurbetciler, veya Amerika'da yaşayan Ermeniler de kendi kulturlerine karşı benzer agresifliği sergiliyor mesela. Bunu sinema duzleminde duşunursek, Turkiye'de gecen bircok yabancı filmde hamam sahnesi bulunur, ama hangimiz hamama duzenli olarak gidiyoruz ki? Veya 1.8 milyar Hindu'nun tamamı kriketi bilmek ve sevmek zorunda mı? Kulturun parcası olan şeyler gunluk yaşamın parcası olmak zorunda değildir, Amerikalılar bunu hicbir zaman anlamıyor ya da filmin otantikliğinden birşeyler kaybolmasın diye bilerek anlamazlıktan geliyorlar. Yine de JB karakteri filmin sonunda kriketin beyzbolla aynı şey olmadığını veya her Hintli'nin kriket sevmek zorunda olmadığını anlıyor, kendisine "JB, Sir" diyen arkadaşlarını artık duzeltme ihtiyacı duymuyor. En azından kişisel olarak, ırksal onyargılarından bir olcude de olsa kurtuluyor.
Filmde tipik Amerikan ahlakcılığının da orneklerini goruyoruz, nerede akşam orada sabah yaşayan JB'nin kariyeri de bir turlu duzene girmezken, bir insana, yani Brenda'ya bağlandığını hissetmesiyle, aile kurma duşuncesiyle, duzenli bir yaşam surmeye karar vermesiyle işler yoluna girmeye başlıyor, herkes mutlu oluyor. Tabii ki bunda Brenda'ya bağırıp cağırdığı hastane sekansının payı buyuk. İlk başlarda aşırı profesyonel yaklaşımı nedeniyle onu son derece itici bulan Brenda da, Hindistan'a gidişinin ardından ilk kez JB'nin gorunduğunden fazlası olabileceğini anlıyor. Fiziksel olarak cekici bir adamın, ozellikle bir kırılma anından sonra misafirleriyle daha yakından ilgilenmesi ve sıcaklık gostermesi, onu da adama ceken bir faktor oluyor.
Pi'nin Yaşamı filmiyle şohreti elde eden Suraj Sharma, o rol icin 3000 aday arasından secilmiş bir amatordu. Bu filmde canlandırdığı karakterin de binlerce aday arasından cıkarak yarışmayı kazanması, guzel bir tesaduf oluşturuyor bana kalırsa. Aynı şekilde kendilerine şohreti getiren filmlerde (Milyoner ve Pi'nin Yaşamı) hic gerekmediği halde sırf uluslararası izleyiciler rahat etsin diye İngilizce rol yapan Mittal ve Sharma, bu filmde başlangıcta tek kelime İngilizce bilmeyen karakterleri canlandırıyorlar. Bu da dikkatimi ceken bir nokta oldu.
Film "her şey para, her şey iş değildir" mesajını veriyor, bunda sorun yok. Ama aynı zamanda yetenek yarışmalarının da dunyanın en cok para kazandıran, en buyuk "işlerinden" biri olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Bu anlamda bir miktar tutarlılık problemi yaşıyor.
---SPOILER SONU---
Başlık fazla basit kactı evet. Ama tarif etmenin en kestirme yolu bu. Tıpkı Jerry Maguire gibi, tıpatıp aynı işi yapan ve aynı yoldan gecmiş bir adam, hem kariyerini hem de farkında olmadan ozel yaşamını duzeltmenin yolunu arıyor. Ve aslında doğru yolu bulunca ikisine de başarıyla ilerletmenin mumkun olduğunu goruyor belki de. Etrafındakilere guvenebilmeyi de oğreniyor ki bu liderliğin en kritik aşamalarından biri olsa gerek. Ve cok calışarak birşeyler elde etmeye calışan kahramanlarımız sayesinde bu film iyi bir "underdog" hikayesi niteliğine burunuyor. Jerry Maguire gibi filmin sonunda kendinizi iyi hissedebiliyorsunuz, bunun icin caba harcamanıza da gerek yok. Bir Disney filminden daha fazla derinlik beklemek zaten hata olur, bu anlamda iyi bir seyirlik. Ancak yetenek yarışması konseptinden, milyonlarca sıradan insanın tum hayallerini meşhur olabilmeye bağlaması ve bunun her gun televizyonlarda yuceltilme duşuncesinden nefret ediyorsanız, filmden daha fazla keyif alabilmek adına bu duşuncelerinizi filmi seyrederken gozardı etmeniz gerekecek.
Not: Filmin sonunda hemen cıkmayın, kahramanların şu an nerede olduklarına dair kısa bilgileri ve kahramanların oldukca hoş, gercek goruntulerini seyretme şansınız olacak.
6/10