Hoş Geldin, Ziyaretçi!

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Eleştiri Kuramları 6. Ünite Özeti

Dijital

Member
Katılım
11 Ocak 2020
Mesajlar
77
ELEŞTİRİ KURAMLARI 6. ÜNİTE Yazınsal Göstergebilim ve Eleştiri
YAZINSAL GÖSTERGEBiLiM

—Göstergebilim ile yazın (edebiyat) arasındaki ilişkiler hem çok ayrıcalıklı ve çok sıkı olmuş, hem de birbirlerini beslemiş
ve denetlemişlerdir. Yazının sınırlarını belirlemek çok zor görünebilir.
—Avrupa göstergebiliminin kurucusu Algirdas Julien Greimas’a göre, yazının temel özellikleri bir yapıtın “özgün ve
indirgenemez” öğeler barındırmasıdır. Bu bilimsel tasarının uygulanması, yöntem ve araçlarının metin çözümlemede
kullanılmasıyla, yazınbilim (poetika) ve yazınsal eleştiri gibi yeni çözümleme ve açıklama biçimleriyle karşılaşılmıştır.
—Göstergebilimi kullanan araştırmacı, yazınsal metni (ya da söylemi) bir araştırma nesnesi olarak ele aldıktan sonra, bu
nesnenin anlam üretme koşullarını ve bunun nasıl üretildiğini ortaya çıkarmaya çalışır. İşte bu nedenlerle göstergebilim
geleneksel “metin açıklama” ve “yazınsal eleştiri” için işlevsel bir yöntembilim olarak, yeni bakış açıları kazandırmıştır.
Yazınsal göstergebilim, genel bir eleştiri kuramı özelliği taşımadan yazınsal pek çok sorunu ele almıştır:
—anlatısal yapılar
—betisel yapılar (figüratif yapılar)
—kültürel çeşitlilik
—mimesis sorunları
—tutku (duygu, heyecan...); yazın tarihinin yazınbilim açısından tasarlanması, duyularla algılanamayan anlatım biçimlerinin
çağdaş araştırmalardaki yeri gibi... İşte tüm bu sorunları ele alış biçimleriyle göstergebilimsel çözümleme yazınsal eleştiriye
katkıda bulunur.
Söz Sanatları (Retorik): Güzel söz söyleme, hitabet sanatı; belagat.
Biçembilim: Ölçünlü dile göre, bir metni özgün kılan dilsel öğelerin incelenmesi ve yorumlanması.
Yazınbilim: (Poetika): Yazının işleyiş kurallarını tanımlar, bağlı kalınması gereken kuralları çözümler ve belirler.
Söylem: Belli bir kişinin (ben) belli bir yerde (burada), belli bir zamanda (şimdi) ürettiği dilsel ürün.
DİKKAT:
Beti: Duyularla algılanan doğal dünyayı görsel ya da dilsel olarak yeniden sunan her türlü gösterge: (Görsel beti);
“uçak” (dilsel beti).
Edimbilim: Anlamın ancak bağlam ve kullanımın bilinmesiyle anlaşılabileceğini ortaya koyan, doğal dil öğeleriyle
ilgilenen dilbilimin bir dalı.
Mimesis: Doğa ve insan davranışının sanatta ve yazında taklide dayanan temsilidir.
Aristoteles mimesinin “doğanın taklidi” olduğunu öne sürer.
—Yazınsal göstergebilim sunduğu örnekler, örnekçeler, araçlar ve açıklamalar ile metin okumalarını aydınlatır, anlamlarını
bağlam içinde oluşturur ve en önemlisi de incelenen yazınsal yapıtın, ayırıcı, belirleyici, olağanüstü özelliklerini, konumunu,
onu yazınsal açıdan farklı kılan özelliklerini yansız bir biçimde gösterir, ancak
iyi/kötü; okunabilir/okunamaz; yararlı/ yararsız... gibi değer yargıları sunmaz, bunu okura bırakır.
Yazınsal göstergebilim, bağımsızlığını yitirmeden komşu alanlarla köprüler kurmuş;
—dilbilim
—edimbilim
—söz sanatları (retorik)
—yazınbilim
—biçembilim (stilistik), gibi kimi eleştiri yöntemleri, yazın tarihi gibi alanlardan yararlanmıştır.
Göstergebilim, Fransız dilbilimci Emile Benveniste’in geliştirdiği sözceleme kuramının söylem ve metin
çözümlemelerinin vazgeçilemez yardımcısı olduğunu çok çabuk kavrayarak metinleri, anlamlı bütünleri ve yaşayan, canlı
söylemleri ele almıştır. Böylece sözceleme eylemi, sözceleme işlemleri, sözceleme öznesi
(yazar, yazan, konuşan özne ve bunların temsilcisi olan anlatıcı, bakış açısı ve odaklayım...) göstergebilimin konusu
olmuştur.
—Sözceleme kuramı, özel bir sözceleme biçimi olan ve Jacques Geninasca’nın deyişiyle “Yazınsal söz”, yazınsal
göstergebilimin çözümleme ve inceleme alanına girmiştir.
Sözceleme: Bireysel kullanım edimiyle dilin işleyişe geçirilmesi.
ÇÖZÜMLEME SÜRECi
Bu ünitede Tahsin Yücel’in “Sümüklüböcek” başlıklı öyküsü çözümlenecektir. Çözümleme için iki yol izlenebilir:
—Birincisi metni belli ölçütlere göre bölümlerine ayırmak, ikincisi metnin açık, anlaşılır ve kısa bir özetini vermek. Bu
işlemden sonra “Üretici süreç” tablosunu ya her bölüme ya da özete uygulamak gerekir.
DİKKAT: Üretici süreç: bir metin ya da söylemde anlamı oluşturan düzeyler ve bileşkeler arasında kolaydan zora,
yalından karmaşığa giden ilişkileri düzenleyen kuramsal süreci açıklayan göstergebilimsel araç.
—Metnin bölümlere ayrılması özellikle uzun metinlerin çözümlenmesinde incelemeyi yapanın işini kolaylaştırır. Ancak
yazınsal metni bölümlerine ayırmak için belli, denetlenebilir ve nesnel ölçütler bulmak, bunları gerekçelendirmek gerekir.
Zaman, uzam, oyuncu, dilbilgisel terimler, betimlemeden karşılıklı konuşmaya, söylemden anlatıya geçiş, ya da tersi... gibi
ölçütler kullanılabilir.
—Bu kısa çözümlemede öykünün açık, kesin, kısa ve olabildiğince yansız bir özeti verilmiştir. Doğal olarak çözümleme
sırasında özgün metne sıklıkla başvurulacaktır.
Oyuncu: Anlatısal ve anlamsal işlevleri yüklenen, kahraman sözcüğüyle de açıklanabilen terim.
Özet: Sümüklüböcek akıllı, düşünen, düşünceli, sabırlı bir böcektir. Babası öldüğü için öksüzdür. Onun için her fedakârlığı
yapan annesiyle yaşamaktadır. Bir gün kırda bir kadın sesi duyar. Bu ses kozası içindeki kelebekten gelmektedir. Kelebek
kozasından çıkıncaya dek onunla konuşur, ona ninniler, türküler söyler.
Kozadan mavi kanatlı güzel bir kelebek çıkar. Kelebek güzelliğinin, kendisine gösterilen ilginin etkisiyle sümüklüböcekle
hemen hemen hiç ilgilenmez. Artık kozasında yalnızken sümüklüböceğe gereksinim duyan kelebek değil, yusufçuk böceğine
aşık bir kelebektir. Sümüklüböceği, kendisine aşkını kanıtlaması için yusufçuğun kendisiyle evlenmesi için ikna etmesini
ister ve başarır. Yusufçuk zenginlik karşılığı olan renk düşkünüdür. Kelebekle mavi kanatları için evlenir. Bu sırada
sümüklüböceğin annesi oğlunun uyuması için gürültücü böcekleri susturmak isterken dövülür ve ölür.
Yusufçuk kelebeğin kanatlarının mavisini aldıktan sonra sarı bir arı ile evlenip gider. Sümüklüböcek de terk edilen kelebeği
aramak için yollara düşer.
ÇÖZÜMLEME ŞEMASI
Göstergebilim yazılı (yazınsal olan, olmayan):
—görsel (resim, fotoğraf, sinema, çizgi roman...)
—plastik (heykel, yerleştirme...)
—işitsel (doğal sesler, gürültüler, müzik, şarkı...) nesnelerin yanında
—tatla (doğal meyveler, sebzeler, bitkiler, yemekler, içecekler...)
—dokunmayla (yumuşaklık, pütürlülük, kayganlık, yapışkanlık gibi doğal ve olan olmayan nesnelerin dokunsal özellikleri)
ilişkili konuları inceleyip, tüm bu alanların örtüşme alanları olan kültürel olguları da ele almıştır: moda, mutfak, siyaset,
törenler, kitle iletişim araçları...
—Birbirinden hem bu kadar farklı, hem de birbirine bu kadar yakın alanları incelemek için
Ferdinand de Saussure’ün izinden giden Paris Göstergebilim Okulu, “üretici süreç” adı verilen bir şema geliştirmiştir.
ÜRETİCİ SÜREÇ
—Üretici süreç, sözceleme öznesinin sözcesini gerçekleştirmesi sırasında oluşan “anlam belleğinin” bir örnekçesidir.
—Günümüzde çözümlemeler, yazınsal yapıtların değerlendirilmesi ve kuramın öğretim alanında kullanılmasıyla yüzeysel ve
somut yapılardan başlatılarak derin ve soyut yapılara doğru gidilerek yapılmaktadır.
DİKKAT: Sözce: Sözceleme eylemi sonunda elde edilen dilsel üründür. Dilbilgisel açıdan tam ya da
eksik, doğru ya da yanlış olabilirse de, ancak bağlam içinde anlam kazanan söz dizisidir.
Yerdeşlik: Bir söylem zinciri içinde kesintisizlik etkisi yaratan anlamı oluşturan içerik öğelerinin yinelenmesidir.
—Betisel yapılar bir anlatının genel olarak anlaşılmasını sağlayan doğal dünyayı yeniden sunan terimlerdir.
“Sümüklüböcek” Haney Yaşamalı başlıklı kitaptan
—Tek başına “sümüklüböcek”, “ufak tefek”, ya da “içli” sözcüklerinin tek başına bir anlamı yoktur ama, “sümüklüböcek”le
birleşince, onun dış görünümü ve /insan/ (/.../ iki eğik çizgi arasında bulunan terim, metin yüzeyinde sözcükleşmemiş, ancak
okuyanın zihninde oluşan soyut anlamdır.) özellikleri ortaya çıkar.
—Bir metin dikkatle okunduğunda bir tümceden diğerine, bir sözceden diğerine geçilirken anlamsal bir süreklilik
oluşturularak ortak bir yerdeşliğe (anlam izi) ulaşılır.

—Yerdeşlik, bir metin boyunca yinelenen her betiyle anlam taşıyan bir ulam (kategori) oluşturarak anlam bütünlüğünü
sağlar. Örneğin “Sümüklüböcek” başlıklı öyküde diğer yerdeşliklerin yanında birbirinden farklı ama birbirini tamamlayan üç
yerdeşlik görülür:
/böcek/= “sümüklüböcek”, “kelebek”, “yusufçuk”ve “arı”.
/insan/= “içli”, “yalnız”, “düşünme”, düşünce”, “mutlu”, “dertli”, “sağlam bilgi”.
/yükseklik/= “yıldız”, “yüce”, “gökyüzü”, “güneş”, “yükselmek”.
—Bu yerdeşlikler ve diğerlerinden bazıları, varlıklarını öykünün başından sonuna dek sürdürür. Yazınsal kaygılarla, betisel
öğeler varlıklarını hep aynı biçimde yinelemezler.
—Eşanlamlı “vuruluvermişti” Å “deli gibi seviyordu” ya da, benzer biçimli olabilirler.
—Yücel bu öyküsünde eşanlamlı sözcükleri kullanmak yerine, çoğunlukla sözcükleri yinelemeyi seçmiştir: türetilmiş
sözcükler (“düşünürdü” (3 kez), “düşünmekte”, “ düşünmesine”, “düşünmesini”, “düşündü”, “düşüncelerinin”,
“düşünmekti”.
—Deyimler (“için için erimek” Å “iğne ipliğe dönmek”)
Yerdeşlikler sayesinde /uzam/, /zaman/ ve /oyuncu/ betileri ilk aşamada gruplandırılabilir:
/uzamsallaşma/= “dünya”, “yerler”, “ağaçlar”, “otlar”, “yıldızlar”, “sağına soluna”, “uzaklardan”.
—Anlatıda uzamı yansıtan sözcükler doğanın, dış dünyanın bir parçası olarak son derece genel bir biçimde verilmiştir.
Masalın bir özelliği olarak, dış dünya gerçekliğinin önemli bir oluşturucusu olan özel adlardan kaçınılmıştır.
/zamansallaşma/ oyuncuların kişiliklerindeki dönüşümü ve olayların eklemlenişini anlatan bir öğe olarak bu öykü-masalda
önemli bir yer tutmaktadır.
Örnek olarak aşağıdaki sözcükler verilmiştir: “geceler” , “sabah”, “bahar”, “gün geçtikçe”, “gün”, “birdenbire”, “akşam
üstü”...
—Oyuncular ve /oyunculaşma/: Öyküdeki oyuncuların (sümüklüböcek, anne sümüklüböcek, kelebek, yusufçuk, arı ve diğer
böcekler) dış görünümleri, insan özellikleri ve ruhsal durumları betiler aracılığıyla çok ayrıntılı olarak betimlenmiştir.
Sümüklüböceğin dış görünümü: “Ufak tefek”, “kara kuru”, “zayıflamak”, “iğne ipliğe dönmek”, “donuk renkli”,
“zayıflamak”... sözcükleri ve söz dizileri bu böcek konusunda yeterli bilgiyi vermektedir.
Sümüklüböceğin ruhsal ve insana özgü özellikleri: “önem vermemek”, “içli”, “öksüz”, “yalnız”, “mutlu”, “düşünme”,
“sessiz”, “düşüncelerinin düşünü gören”, “erdemli”, “sağlam bilgi” yanlısı, “vurulmak”, “hiçliğini anlatacaktı”.
—Annenin dış görünümü (“yoksul”) konusunda çok az bilgi verilirken, ruhsal ve insana özgü özellikleri vurgulanmıştır:
oğlunun “üstüne titreyen”, “için için eriyen”, “köpüren”, “küplere binen”, “güzelim yemekler” hazırlayan.
Kelebeğin dış görünümü: “kadın kelebek”, “çok güzel”, “gök mavi”, “kanatlarının güzel rengi yağmur sonu göğü”,
“kanatları gök mavisi”.
Kelebeğin ruhsal ve insana özgü özellikleri şöyle sıralanabilir: “bazı insanlara benziyordu”, “ağlamak”, “gülmemek” ,
“vals öğrenmek”, “vals etmek”, “acımak”, “iyi”, “alçak gönüllü”, “şaşırmak”, “akıllı”.
—Yusufçuk dış görünümüyle “pırıl pırıl yeşil kanatlı”, “yeşil kılıç”lı, “kanatlarındaki kılıcındaki yeşil”in hiç bir böcekte
olmadığı bir oyuncudur.
Yusufçuğun ruhsal ve insana özgü özellikleri şunlardır: “kimseleri beğenmeyen”, “tatlı şeyler söyleyen”, “daha da
zenginleşmek isteyen”, “aklına koymak”, “düşünmeyen”, “vefasız”, “yüzüstü bırakan”, “tamah” eden, “balayı yolculuğuna”
çıkan...
—Kelebeğe yaklaşabilen böceklerin ortak dış görünüşleri “pırıl pırıl” olarak verilirken, ruhsal ve insani özellikleri daha
ayrıntılı olarak betimlenmiştir: “bitmek”, “eğlenmek”, “gülmek”, “dedikoducu”, “yoksul”, “zengin”, “yanılmak”.
—Dikkatli ve titiz bir okuma sonunda sümüklüböceğin ufak tefek, donuk renkli ama düşünen, düşünceli, bilgili, yalnız,
şefkatli, inatçı ve fedakâr bir böcek olduğu anlaşılıyor. Olaylara karışmayan dış öyküsel anlatıcı, onun insana özgü
özellikleriyle kişileştirilmiş bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Anne ise dul, tek oğlunun üzerine titreyen, onun için her
fedakârlığı yapan bir kadın olarak dış görünüm özelliklerinden arındırılmıştır.
—Kelebek güzel, mavi kanatları, uçarılığı, eğlenceye düşkünlüğü, yakışıklı ve zengin bir böceğe âşık olmasıyla insana çok
yaklaşmaktadır. Önce “yaratık” olarak tanımlanır, sonra sesi “bazı insan”ların sesine benzetilir, sonra da “kadın” ve
“kozadaki kadın” söz dizisi dört kez kullanılır. Böylece yazar onun hem dişiliğini hem de insan özelliklerini vurgulamış olur.
—Yusufçuk böceği ise “yeşil” rengi, yakışıklılığı, çıkarcılığı ve zenginlik tutkusu ile insan kahramanlardan pek farklı
değildir. Arı, “yapışkan” sarılığı ve “balayı” sözcüğüyle bir kez görünmesine karşın güçlü bir beti olarak okurun karşısına
çıkmaktadır.
—Bir de ortak oyuncu olarak adlandırılan böcekler bulunmaktadır. Bunların çoğunun ortak özelliği “pırıl pırıl” olma,
konuşkanlık ve dost olmayı, gezip tozmayı sevmektir.
Ortak Oyuncu: Bir tek oyuncu gibi davranan, düşünen kahramanlar topluluğu.
—Bu anlatının sözceleme öznesi Tahsin Yücel, insan özellikleri taşıyan böceklerin dünyasından insanlara masaldan epey
uzaklaşan gerçekçi ve düşündürücü bir öykü-masal sunmaktadır. Yazar betileri sahneye koyarken zamandizimsel bir sıra
izlemiş, sümüklüböceğin bakış açısını seçerek, olayları onun gözünden anlatmıştır.
Sözceleme Öznesi: Bireysel kullanım edimiyle dili işleyişe geçiren kişi. Özne.
İZLEK/MOTİF
—Betisel düzeyin anlam bileşkesinde, somut bir süreç olan izlekselleşme ve motifler belirmeye başlar.
—Betiler saptandıktan sonra, bu anlatının anlam olasılıkları /umut/, /karşılıksız aşk/ ve /arayış/ olarak varsayılabilir. İşte bu
olası okuma izlencelerine izlekselleşme ya da izleklerin belirlenmesi denmektedir.
Bu izleklerin söyleme (anlatıya) dökülmesi için betiler aracılığıyla motifler oluşur ya da oluşturulur.
İzlekselleşme: Betisel yerdeşliklerden yola çıkarak genel anlamı birleştirme işlemi.
Motif: Az çok kalıplaşmış, göreceli olarak kendi üzerine kapalı, kısmen özerk yapılardır.
Yapısının düzenliliği ile hemen saptanabilir, ancak betiselleşmenin verdiği olanaklarla biçimsel değişkenlik
gösterebilen dilsel yapılardır.

“Sümüklüböcek” başlıklı anlatıda motifler şöyle sıralanabilir:
/düşünme/: “düşünürdü”, “düşünmediği, “düşünür, düşünürdü”, “düşünmesini, “düşündü’, “düşüncelerini, “düşünmekti”,
...”düşünceleri”.
/yalnızlık/: “yalnız”, “yalnızlığın”, “yalnızlar”, “yarı yalnızlık”, “yalnız başına”.
/yıldız/ : “yıldızlara”, “yıldız”, “yıldıza”, “yıldızların”.
/zayıflık/: “zayıflıyor”, “zayıflamıştı”.
/çirkinlik/: “pek de çirkin sayılmazdı”.
/değişim/: “değiştiremedi”; “Kelebek ne kadar da değişmişti!” (2 kez).
/Türkü/: “sabah türküsü”, “yaktığı türküler”, “türkü”.
—Öykünün başından sonuna dek “düşünme” motifinin egemen olduğu açıkça görülmektedir. Diğer motifler daha zayıf ve
örtülü kalsa da, metin içinde sürekliliği sağlamaktadırlar. Düşünme ile yalnızlık arasında karşılıklı bir ilişki kurulabilir. Öte
yandan yalnızlığına ve düşünce zenginliğine karşın, sümüklüböceğin zayıf ve ince olduğu metin boyunca vurgulanmaktadır.
Bir yıldız oyuncu gibi parlayan kelebeğin değişimi, aynı sözdizimsel yapı ile iki kez vurgulanmıştır. Sümüklü böceğin vals
yapmaması, balolara gitmemesi, türkü yazması, bestelemesi ve okuması iki kahraman arasındaki beğeni farkını ve toplumsal
konumlarını vurgulamaktadır. Betilerden oluşan izlekler ve motifler anlatının ilk anlamsal yapıları hakkında bir fikir
vermektedir.

[Linkleri Sadece Kayıtlı Üyeler Görebilir. Üye Olmak için Tiklayın]
[Linkleri Sadece Kayıtlı Üyeler Görebilir. Üye Olmak için Tiklayın]

—İzlekler ve motifler duyarlı insan bedeni aracılığıyla çevresiyle duygu değeri olan bir bağ kurmaktadır.
Bu ilişki olumlu da olumsuz da olabilir; yinelenmesi durumunda da dönemler yaratır (dengesizlik, durgunluk, gerginlik,
kayıtsızlık, heyecan dönemi....). Anlamsal açıdan olumlu/olumsuz karşıtlığı açısından bakıldığında duygu değeri /esenlikli/,
/esenliksiz/, /ne esenlikli ne esenliksiz/ olmak üzere üç ulamda incelenebilir.
—Duygu değeri tutkuların incelenmesinde önemli bir araçtır. Örnek olarak böceklerin dış görünümleri ve ruhsal yapıları
duygu değeri açısından incelenebilir.
Duygu Değeri: duyarlı ve duygusal bedenin çevresiyle kurduğu olumlu ya da olumsuz ilişki
YÜZEY YAPI: ANLATISAL SÖZDiZiM
Söylemsel yapıların hemen altında bulunan bu katman, anlatının soyut öğelerinin bulunduğu ve eklemlendiği son derece
karmaşık ve zengin bir düzeydir. İlk olarak eyleyenler incelenecektir.
Eyleyen: Bir duruma, bir eyleme etken ya da edilgen olarak katılan diğer eyleyenlerle olan ilişkileriyle tanımlanan
dilsel birimdir.
EYLEYENLER
Paris Göstergebilim Okulu en fazla altı eyleyen sunar. Eyleyenler benimsenen bakış açısına göre, birbirleriyle ilişkileri
içinde, işlevlerine göre değerlendirilirler.
Özne (Ö)/Nesne (N): Bu terimler dilbilgisel olmayıp, anlatı içindeki işlevleri gösterir. Oyuncudan farklı olarak eyleyenin
adı, kişiliği, dış görünümü, giysileri, işi, sesi, cinsiyeti... yoktur.
—Yazınsal bir anlatıda özne işlevini bir insan ya da insan özellikleri taşıyan (konuşan, düşünen, devinen...) bir öğe ya da
öğeler üstlenir. Bu da çoğunlukla baş kahramandır...
—İncelenen masal-öykünün Öznesi (Ö) sümüklüböcektir.
Nesne (N) ise, öznenin ilişkide olduğu (Ö, N) her şeydir: düşünce, anne, akıl, ev, kimlik.... Bu nesnelerden kimi doğal olarak
özneyle bağdaşık () gibi görünür; ancak varlıklarının ve değerinin ayrımına ortadan kalktıklarında varılır. Özne artık o
nesne ile ayrışıklık () ilişkisi kurmaktadır. Örneğin bilgi, anne, sevgili....
—Kimi zaman özne dilediği nesneleri elde etmek onu için arar, onun peşinde koşar;
örneğin kelebek (Ö) yusufçuğun (N) peşindedir. Bir özne nesnesini elde ederse (ÖN), elde edemezse (ÖN) biçiminde
gösterilir.
—Ancak özne her zaman bir şeyi elde etmek için uğraşmayabilir. Tam tersine kendinde olan bir şeyden kurtulmak isteyebilir:
hastalıktan kurtulmak, eşten boşanmak gibi:
Başlangıç durumu Sonuç durumu (ÖN) (ÖN)
Özne ile Nesne, bir anlatının olmazsa olmaz eyleyenleridir. Diğer eyleyenler bir anlatıda bulunmayabilir.
—Bir anlatıda bir Özne varsa, mutlaka onun bir Nesnesi de vardır: yaşam, bulunduğu yer, gördüğü, duyumsadığı nesne,
duygu... Aynı biçimde, eğer bir Nesne varsa, onu algılayan, değerlendiren, dil düzeyinde yer bulmasını sağlayan bir anlatıcı,
gözlem yapan bir dilsel kesit ya da sözceleme öznesi de vardır.
—Genel göstergebilim ve yazınsal göstergebilim Nesneyi iki ulamda inceler. Bilişsel nesneler bilgiye, anılara, edinilmiş ve
öğrenilmiş deneyimlere dayanır.
—İkinci bir eyleyen (bir özne, bir gönderen...) bunu öznenin elinden alamaz, ancak paylaşabilir. Öyküde sümüklüböceğin,
bilgisi, düşünceleri, türkü yakma, ninni söyleme yeteneğini kimse elinden alamaz, hatta paylaşmak bile istemez.
Edimsel nesneler ise ev, araba, para, insan gibi el değiştirebilen eyleyenlerdir. Güçlü bir Gönderen,
Engelleyici ya da Yardımcı tarafından özneye verilebilir de, öznenin elinden alınabilir de. Öyküde güçlü bir böcek
“uşaklarına emir” verip sümüklüböceğin annesini öldürterek onu oğlunun elinden alır.
—Gönderen (G)/Gönderilen (Gn): iletişim şemasından alınan bu iki eyleyen, Özneden daha üstün güçlerle donatılmışlardır.
—Özneyi görevlendiren Gönderen, değerlendiren ise Gönderilendir. Gönderen (G) ve Gönderilen (Gn) siyasal (parti,
rejim...), kültürel bir kurum (din, sanat, tarih, bilim...) olabileceği gibi, insan özellikleri de taşıyabilir: baba, padişah, basın
patronu gibi…
-Gönderen (G) kendi isteğini Özneye dayatırsa bir /zorlama/dan söz edilebilir; bu da onun Özneden daha güçlü olduğunu
gösterir.
—Özne Gönderenin (G) isteğini içselleştirir ve kendinin kılarsa /isteme/ söz konusu olur.
—Bu durumda Gönderen (G) üstünlüğünü yitirebilir, iki eyleyen eşit düzeye gelir (G=Ö). Bir üst eyleyenden bağımsız
özneye “özerk özne” denir. Gönderilen (Gn) ise Öznenin Nesneyi elde etmesinden yarar sağlayan eyleyendir.
—Gönderenin (G) ve/ya da Gönderilenin (Gn) bulunmadığı anlatılarda, çoğunlukla Özne kendinden daha güçlüye boyun
eğmediği için kendi kendisinin Göndereni (G): (G=Ö) olarak “özerk özne”dir.
—Kimi zaman da Öznenin eyleminden kendisi, ya da yardımcısı, ya da hiç beklenmedik bir biçimde Engelleyicisi (E),
Nesnesi (N) yararlanabilir (Ö=Gn; Y= Gn; E= Gn; E= Gn; N= Gn).
—Yardımcı (Y)/ Engelleyici (E): Öznenin nesnesini elde etmesine ya da ondan kurtulmasına destek olan eyleyen Yardımcı
(Y); Yardımcının tam karşıtı olarak, Öznenin amacına ulaşmasını engelleyen eyleyene de Engelleyici (E) denir. Bu iki
eyleyen insan özellikleri taşıyabildikleri gibi, somut da (yol, dağ, hastalık, köprü, para, otomobil ....) olabilir, soyut da (irade,
yalan, bilgi, kıskançlık, aşk, cesaret...)
UYGULAMALAR
“Sümüklüböcek” başlıklı öykü, içinde başka küçük öyküler de barındırmaktadır:
—Yusufçukla kelebeğin öyküsü, anne sümüklüböceğin öyküsü ve yusufçukla arının öyküsü.
—Eyleyenler şeması yapılırken her zaman bir kahramanın bakış açısı seçilir ve eyleyenler bu eyleyene göre yerleştirilir. İlk
öyküden başlanacak olursa, sümüklüböcek “ufak tefek, kara kuru” olmasına karşın bilgili, düşünceli, sabırlı bir Özne (Ö1)
olarak bir Gönderen (G) ve bir Gönderilen (Gn) tanımaz (Ö1=G=Gn).

[Linkleri Sadece Kayıtlı Üyeler Görebilir. Üye Olmak için Tiklayın]
—Sümüklüböceğin nesneleri ile ilişkisi açısından üç farklı şema önerilebilir. Başlangıç durumundan sona dek sümüklüböcek
doğa (N2) ile birliktedir, bunu Engelleyen yoktur (), ama bilgisi (Y1) ve düşünceleri (Y2), onun
Yardımcılarıdır; başlangıçta doğada yalnız ve mutlu yaşamaktadır. (Şekil 6.1.)
Özerk özne olarak, sümüklüböcek kozadaki kelebeğin sesini duyduktan sonra “benim derdim sensin” diyerek arzu nesnesini
(N1) belirler ve elde etmeye çalışır. Sümüklüböceğin Nesnesine (N1) ulaşmasından yararı yalnız kendisi (Ö1) sağlayacaktır.
Sümüklüböcek, kelebeğin koza, kendisinin “yarı yalnızlık” döneminde Kelebeği elde etmiş olmasa da (Ö1 N1), son derece
mutludur: “konuşmak, anlaşmak, sevmek ne güzel şeydi, iki olmak ne güzel şeydi”. (Şekil 6.2.)
—Ancak Kelebek kozasından çıkıp da, uyuyan sümüklüböceği görünce “nedense bir tuhaf olur”, kendisine hayran diğer
böceklerden farklı olarak “donuk rengi” de onunla birlikte gezmesini engeller ve yusufçukla evlenmek ister. Annesi oğlunun
yaşamını kolaylaştırsa, derdini paylaşsa da kelebek Nesnesini (N1) elde etmesine yardımcı olamaz.
—Öznenin (Ö1) diğer yardımcıları da (bilgisi (Y1), düşünceleri (Y2), türkü, ninni söylemeyi bilmesi) güzel kelebeği (N1)
elde etmeye yarayacak somut destekler değildir. Engelleyiciler ise “donuk” renk (E1), yusufçuk ve yusufçuğa duyulan
hayranlık (E2) ve diğer böceklerdir (E3).
“Donuk” renk motifinin olumsuz, güzelliğin ise olumlu duygu değerlerinin bu bağlamda Engelleyicinin yanında yer alması
da dikkat çekicidir.
Sümüklüböcek (Ö1) kelebeği (N1) yitirip onu bulma etkinliğini başlattığında artık yalnızca bilgisi (Y1) ve düşünceleri (Y2)
yanındadır. Tek başına yollara düşer; bu güne dek nesnesine ulaşamadığına göre, hâlâ ondan ayrıdır (Ö1 N1). (Şekil 6.3.)
—Anlatıya Kelebek (N1) açısından bakıldığında ise kendisi Özne (Ö2 = N1), Sümüklüböcek (Ö1) Yardımcı (Y6 = Ö1),
—Engelleyici yusufçuk da (E2) hem Nesne 3 (N3), hem de Gönderilen (Gn) konumuna yerleşir (E2 = N3 = Gn), çünkü
amacına ulaşıp kelebeğin mavi kanatları ile zenginleşmiştir. (Şekil 6.4.)
—Sümüklüböcek açısından, üstlendiği işlev, kendisine en acı verenidir kuşkusuz. Çünkü kendi elleriyle Kelebeğini (N1)
yusufçuğa (Gn) teslim etmiştir (Gn = N3). Bu açıdan bakıldığında, öykünün tümünde Yusufçuk; engelleyici (E2), Nesne 3
(N3) ve Gönderilen (Gn) işlevlerini yüklenmiş olmaktadır. Ayrıca kendi açısından bakıldığında Özne3 (Ö3) işlevini de
görecektir: (N1) = (Ö2); (Ö1) = (Y6); (E2) = (N3).

[Linkleri Sadece Kayıtlı Üyeler Görebilir. Üye Olmak için Tiklayın]
—Kelebeğin mutluluğu uzun sürmez; Sümüklüböcek açısından mutluluk, yusufçuk açısından zenginlik kaynağı olan bir
nesneye dönüşen kelebek (N1), bir arı (N4) yüzünden terk edilerek yapayalnız kalır.
—Yusufçuk Özne (Ö3) olarak bir kez daha zenginleşmesini sürdürür. Kelebek bir Engelleyici bile değildir; yitirdiği
güzelliğiyle yusufçuk tarafından hiçleştirilmiş, sümüklüböcek açısından ise soyut düşüncelere dönüşmüştür. (Şekil 6.5.)
Eyleyen şemalarına bakarak kimi çıkarımlar yapmak olasıdır:
• Bu masal-öykünün en kazançlı tek kahramanı, koyduğu hedefler açısından yusufçuktur.
• Hem kendisini seven, hem sevdiği tarafından terk edildiği, hiçleştiği için bu anlatının en büyük kaybedeni kelebektir.
• Sümüklüböcek mutluluğun, yalnız olmamanın ne olduğunu öğrendiği, kendini dönüştürüp yollara çıktığı için, bakış açısına
göre az ya da çok kazançlı sayılabilir.
• Öykünün sonunda Engelleyici olma olasılığı güçlü olan anne ölür, böylece sümüklüböcek (Ö1) Aslı’sını arayan Kerem gibi,
kelebeğini (N1) aramak için kendisini dönüştürerek, “demir asa, demir çarık” ile bir masal kahramanı gibi yola çıkar.
• Öykünün iki kadın kahramanı karşıt roller oynar. Anne yoksul; kelebek, yusufçuğun bakış açısına göre, zengindir. Anne
oğlunu rahat ettirmek için ölür. Kelebek ise amacına ulaşmak için sümüklüböceği kullanır. Annesinin ölümünün ardından
sümüklüböceğin duyguları verilmemesine karşın, kelebeğin evlenmesi ve terk edilmesiyle duyduğu üzüntü okura
duyumsatılır.
• iki erkek oyuncunun karşıtlığı ise gerçek dünyanın sıradan olgularından biridir.
Yusufçuk yakışıklı, “zengin”, her istediğini elde eden bir oyuncuyken, diğeri “kara kuru”, “donuk renkli” ve “yoksul” bir
oyuncu olarak sevdiği kadını yitirir.
• Kelebek ile yusufçuk uçmaları, güzellikleri ve kendini beğenmişlikleriyle aslında birbirine benzeyen iki oyuncudur. Ancak
kelebek narinliği, dış görünüşe verdiği önem ve geçici güzelliğiyle, “yeşil kılıçlı”, zengin ve hırslı yusufçuk karşısında zayıf
kaldığı için onu yitirmiştir.
ANLATI ŞEMASI
Yüzeysel anlatı sözdizimi düzleminde eyleyenler şemasının belirlenmesinden sonra, anlatı şemasına geçilebilir. Bu şema
okuyucuya, anlatıda olayların nasıl eklemlendiği, eyleyenlerin hangi işlevlerle olaylara katıldığı, olayların değişik
aşamalarının nasıl sunulduğu konularında bilgiler verir. Günümüzde bu şema üç aşamadan oluşur: eyletim, eylem ve
yaptırım. Gerçek yaşamda, romanlarda, öykülerde birinci aşama bittikten sonra eyleyenler ikinci, üçüncü... bir anlatı şeması
başlatabilirler.
Anlatı şeması: insanlığın ortak belleğine yerleşmiş anlatısal ve kültürel düzenlenmenin soyut bir tablo ile
görselleştirilmesidir. Bu şema “yaşamın anlamını”, sanal bir yeniden sunum ile anlaşılır biçime sokar.
Birinci Anlatı Şeması
1. Eyletim: Zamandizimsel anlatılarda genelde öykünün başında bulunur. Anlatı da bir Gönderen varsa, Özneyi nesneler ve
değerleri konusunda bilgilendirir, ikna eder ya da edemez; özneye bir görev verir. Bu aşamada öznelerin nesneleri de
belirlenebilir: sümüklüböcek doğada yalnız, annesiyle mutlu bir biçimde yaşamaktadır.
—Kelebek içinse bu aşama, kozada tek başına ağladığı dönemdir; Nesnesi kelebek olup uçmaktır. Yusufçuğa gelince, baloda
kelebeğin “kulağına tatlı tatlı şeyler” söylerken çıkıyor okurun karşısına. Ancak onun ilk Nesnesi zenginliktir.
Sümüklüböceğin annesi oğlunu anlayamaz, onu değiştiremez.
2. Eylem: Bu aşamada Özne(ler) Nesnesini (ya da Nesnelerini) belirler. Nesneye sahip olmak için gerekli kipliklerle
donanırlar. Bu kiplikler /istemek/, /muktedir olmak/ (güç) ve /bilmektir/. Anlatılarda her zaman bu terimler tam karşılıkları
ile değil, açılımları, eşanlamlıları ya da çağrıştırdıkları anlamlarla karşılanırlar. Örneğin bu öykü çerçevesinde “vurulmak”
/istemeyi/; “kendine güven” ve “zenginlik” /muktedir olmayı/, “bilgili” olmak /bilmeyi/ işaret ederek kipliklerinin
anlaşılmasına yardımcı olurlar. Eyleyenler ancak bu kipliklerle donandıklarında nesnelerini elde edebilirler. Bu kipliklerle
donan(a)madıklarında eyleme geçip nesnelerini elde edemezler. Sümüklüböcek bağımsız ve özerk bir özne olarak duyduğu
garip, “ne ağıda, ne gülüşe, ne türküye” benzeyen bir sese vurulup sesin sahibini bulmayı /isteyerek/, “Benim derdim sensin!”
diyerek Nesnesini belirler: /Bilgi/siyle, türkü ve ninni söyleme yeteneğiyle kozadaki kelebeğe eşlik eder.
—Anlatıcının “yarı yalnızlık” olarak tanımladığı bu bekleme süresinde ne ayrıdırlar ne de birleşik (Ö1, N1). Kelebek bilgili
ve düşünceli bir böceği dinlediği için, sümüklüböcek de kelebeğin nasıl bir böcek olduğunu bildiği için umutludur. Kısacası
bu dönem, duygu değeri açısından /umut/lu bir dönemdir. Ancak kelebek kozadan çıkıp da uçmaya başladığında
sümüklüböceğin /isteğini/ destekleyecek /bilgi/ ve yetenekleri kelebeğe göre gereksiz, dış görünümü ise yetersiz (/çirkin/)
kaldığı için kelebeği kendisiyle birlikte olmaya ikna edemez (/güçsüz/), amacına ulaşamayarak başarısız olur (Ö1 N1).
—Kelebek, bu aşamada kozasından çıkar, gezmek ve evlenmek için /isteği/ ve /gücü/ (güzelliği) vardır. Sümüklüböceği bir
yana bırakarak, gezer, tozar, yusufçuğa aşık olur. Ancak tüm /isteğine/ ve /gücüne/ karşın onu kendisiyle evlenmeye ikna
edecek /bilgisi/ ve deneyimi yoktur. Bu konuda kendisi-ni seven sümüklüböceğin /bilgisi/ ve yardımı sayesinde yusufçuğu
ikna etmesiyle bu böcekle evlenir. Bu anlamda /bilgi/ sümüklüböcekten gelir. Gerekli kipliklerle donanan kelebek (Ö2)
Nesnesine (N3) ulaşır (Ö2 N3) Yusufçuk zengin (/güç/) olduğu ve daha da zengin olmak istediği için kelebekle evlenmeğe
pek istekli değildir. Sümüklüböceğin kendisini zenginlik konusunda /bilgilendirme/siyle ikna olur ve kelebekle evlenme
konusunda kendisinde içselleştirdiği, çıkara dayalı bir /istek/ belirir. Kelebeğin mavi kanatlarını bir zenginlik olarak kabul
edip onunla evlenir (Ö3 N1).
—Kısacası sümüklüböceğin kendisine yaramayan bilgi ve gücü aslında kendisi için bir eksiklik olduğu için eyleme bile geçip
kelebeği elde edemezken (Ö1 N1), kelebek ve yusufçuk sümüklüböceğin yardımıyla eylemlerinde başarılı olarak nesnelerini
elde ederler: (Ö1 N3), (Ö3 N1) Sümüklüböceğin annesi diğer böcekleri susturmayı /istese/ de, bunu başaracak ne
/bilgisi/ ne de /gücü/ vardır.
3. Yaptırım: Bu aşamada Gönderen ve / ya da Gönderilen, Öznenin eylemini değerlendirerek onu ödüllendirebilir,
beğenmeyerek cezalandırabilir ya da gerçek yaşamda çok sık görüldüğü gibi kayıtsız kalabilir. Ayrıca pek çok anlatıda,
özellikle çağdaş roman ve öykülerde bu aşama görülmemektedir.
Sümüklüböcek Nesnesine ulaşamamıştır. Kendisine yaptırımı, Nesnesi (N1) uygulayarak bir anlamda onu cezalandırır.
Kelebek kendisi için ölmeye hazır sümüklüböcekten yusufçuğu ikna etmesini ister. Bu ceza karşısında, sümüklüböcek
duygularını düğünde ağlayarak ifade eder.
—Kelebek sümüklüböcek sayesinde eylemini gerçekleştirmiştir ama, /bilgi/ kendisine ait olmadığı ve gücü/ (güzelliği) geçici
olduğu için, o da Nesnesi (N3) yusufçuk tarafından “yüzüstü” (s. 133) bırakılarak cezalandırılır. Yusufçuk ise kendine ait
olmayan bir bilgiyle, önce kelebekle evlenir sonra da kendi isteğiyle arıyla (N4) evlenerek daha da zenginleşir. Anne
sümüklüböceğin diğer böcekleri susturma isteği başarısızlıkla sonuçlandığı için, başka bir böcek tarafından dövdürülerek
cezalandırılır.
İkinci Anlatı Şeması
1. Eyletim: Sümüklüböcek yaptırım aşamasından sonra durur: “Artık her şey bitmişti”. Yusufçuğun kelebeği bıraktığını
duyunca sümüklüböcek “önce gelir diye” bekler, sonra kendi kendisini görevlendirerek (G= Ö1) onu aramak için hazırlanır.
Yusufçuk ise kelebeği bırakır.
2. Eylem: Artık sümüklüböcek yalnızca /isteğin/ ve türkü yakma bilgisinin yeterli olmadığını öğrenir. “Bunun için, düşüne
düşüne kazandığı bütün bilgileri bir araya getirerek” (s. 133) sırtında taşıyacağı bir ev yapar, sonra
“ucunda gözleri” (s. 133) olan boynuzları büyür. Böylece kendisini muktedir yapacağını düşündüğü bir /güçle/ de donanmış
olur. Ancak çok /bilgili/ bir böcek olduğu için çıkacağı yolculuğun “belki hiç bir zaman” bitmeyeceğini de düşünmektedir.
Bir başka deyişle, değer nesnesine hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Sümüklüböcek için, kelebeğin kozadan çıkmasını beklediği
döneme benzer duygusal değer açısından umut ve devinim dolu ancak heyecansız bir dönem başlamıştır.
Yusufçuk da ikinci bir anlatı başlatır. Kelebeği bırakır arıyı alır. Özerk bir özne olarak zenginleşir, sonra da kendi iradesiyle
(/istek/) arıyla evlenir.
3. Yaptırım: Yusufçuk çok kısa süren ikinci anlatıyı da arıyla balayına çıkarak bitirip, kendisini ikinci kez ödüllendirir.
Eyleyenler eylemelerini gerçekleştirirken (ya da gerçekleştiremezken), bir başka deyişle, anlatı gerçekleşirken, okur üzerinde
yazınsal yapıtı diğerlerinden ayıran bir etki de yaratılır. Eyleyenler şeması ve anlatı izlencesiyle yorumlanabilecek duygusal
anlatım /gerilme/, /rahatlama/ ve /ne gerilme ne rahatlama/ aşamalarından oluşan bir gerilim yaratır. Bu gerilim yazınsal
yapıtta, özelliklerine göre, duygusal değerlerle yeniden /esenlikli/, /esenliksiz/ ya da /ne esenlikli ne esenliksiz/ olarak
tanımlanabilir.
—Sümüklüböcek kelebeğin sesini duyana dek /ne gerilme ne rahatlama/ içinde olmadan yalnızlığı içinde mutlu /esenlikli/
olarak /rahat/ yaşar (Ù).
—Kelebek kozadan çıkıncaya dek /esenlikli/ bir /gerilme/ içindedir; bu /umutlu bekleyiş/, yükselen (Ú) bir duygu değeri
olarak kabul edilebilir. Kelebek kozadan çıktığı sırada sümüklüböceğin uyması, karşılaşma anının coşkusunu bir anda
olumsuza çevirir. Bu aşamadan sonra sümüklüböceğin /gerilme/si /esenliksiz/, ama biraz da umutlu bir bekleyişe dönüşerek
düşüşe (Ø) geçer. Kelebeğin evlenip gitmesiyle /gerilimsiz/ ve /esenliksiz/ /çaresiz/ denilebilecek bir dönem başlar ().
Kelebeğin terk edilmesinden sonra sümüklüböcek gene umutlanır. Ama bu kez /gerilme/ /ne esenlikli ne esenliksiz/dir;
çıktığı yolun “belki hiç bir zaman” (s. 133) bitmeyeceğinin bilincinde olduğu için heyecansızdır (Ú).
—Kelebeğin /gerilme/ içindeki /esenliksiz/, sıkıntılı ve korkulu /bekleyişi/ () sümüklüböceğin eşliğinde /esenlikli/ bir
/gerilme/ye dönüşerek /umut/ içinde yükselir (Ú). Kelebek kozasından çıkıp sümüklüböceğin “donuk” rengini görünce, biraz
düş kırıklığına (esenliksiz gerilimsizlik) uğrasa da, diğer böceklerle mutlu yaşamını /esenlikli/ bir /gerilimsizlik/ içinde
/keyif/le (Ù) sürdürür. Ancak yusufçukla evlenmek istemesiyle /hem esenlikli hem esenliksiz/ yükselen bir /gerilim dönemi/
başlar (Ú).
—Kelebeğin terk edildikten sonra yaşadıkları metinde verilemediği, sümüklüböceğin tahminine göre duygu değeri
/esenliksizliğe/ dönüştüğü için /çöküş/ (Ø) olarak gösterilebilir.
Yusufçuk /gerilimsiz/, /esenlikli/ ve /rahat/ (Ù) yaşamını sürdürürken, Sümüklüböceğin yardımıyla kelebekle evlenip
zenginliğini çoğaltırken /esenlikli/ ve /gerilimli/ bir döneme girer (Ú), ama bu ona yetmediği için zenginliğine zenginlik
katmak için arı ile evlenir. Daha önce de görüldüğü gibi yusufçuğun mutluluk ve zenginlik çizgisi hep yükseliştedir (ÚÚ).
—Anneye gelince hep /gerilim/ içinde /esenliksiz/ ruh hali içinde “kavgacıdır” (Ú); bu mutsuzluk içinde oğlu sümüklüböcek
için yaşar ve ölür (Tablo 6.4.) (Ø).
ANLATISAL ANLAM

Anlatısal yapıların ayrılmaz bileşkesi olan anlatısal anlam, eyleyenlerin nesnelere, oyunculara, uzama ve eylemlere verdiği
olumlu, olumsuz değerlerin nasıl gerçekleştiğini ele alır. Böylece küçük anlam evrenleri yaratılarak söylemsel anlamlar
ortaya çıkarılır. Örneğin “Sümüklüböcek “ öyküsünde /yalnızlık/ izleğinin /ayrılık/la desteklendiği, /zenginlik/ motifinin de
ayrılığı desteklediği ve zenginin kazandığı görülüyor.
Bunun yanında esenlikli, bilisel, soyut ve ahlaka ilişkin değerlerin, güçsüz ve eyleme geçemeyen yoksulun özelliği olduğu
anlaşılıyor. Esenlikli, edimsel, somut ve estetik değerlerin kelebek, yusufçuk gibi zengin ve gösterişçilerin özelliği olduğu
ortaya çıkıyor. Bu iki evren arasında bir geçiş, bir ortak nokta olmadığı, ikisinin birbirini dışladığı görülüyor. Bu nedenle de
sümüklüböceğin nesnesine ulaşmasının olanaksızlığı örtülü olarak anlatılmış oluyor.

Anlatısal anlam, oluşan anlam evrenleriyle bir bakıma gerçekleşen söylemin türünü de belirlemeye yardımcı olur. Bu öykü
okura uzlaşmaz, karşıt evrenler sunar: gerçeklik ve kurmaca; zenginlik ve yoksulluk; insan ve hayvan; gerilim ve
gerilimsizlik....
Bu özelliklerin doğru seçimiyle birçok yazınsal tür arasında, “Sümüklüböceğin” öykü ve /ya da masal olma olasılığı
yükselebilir.
DERİN YAPI
—Derin yapı, söylemi oluşturan dilsel ya da dilsel olmayan sözdizimsel ve göstergebilimsel düzenlemeleri ortaya koyar. Bu
aşamada terimler arasında hem birbirine karşıt hem birbirini tamamlayan ()), hem de birbiriyle çelişen (+) terimler bulunur.
Örneğin /mutluluk/ ve /mutsuzluk/, /duygu/ (karmaşık terim) ekseninde sümüklüböcekte birbirini tamamlayan ()) iki
kavramdır. Buna karşılık, /mavi/ ve /sarı/, /renk/ (karmaşık terim) ekseninde birbirlerini tamamlamasına karşın kelebek ve
arının renkleri olarak birbirlerini dışlayan iki çelişkin (+) dilsel birimdir.
—Çözümlemenin yarattığı karmaşık terimler kimi zaman metin yüzeyinde sözcükleşmemiş olduğu için okunamayan, gizli
kalan ya da çağrıştırılan kavramlar olabilir.
Örneğin sümüklüböcek, /düşünen/ kavramı ile izlekleşen bir oyuncudur. Bu özellik başka hiçbir böcekte bulunmadığı için,
diğerleriyle /düşüncesiz/ karşıtlığını (kt) oluşturur ()): sümüklüböcek kt diğer böcekler
“bilgili”, “düşünceli” /bilgisiz/, /düşüncesiz/
—Her ne kadar /bilgisiz/lik ve /düşüncesiz/lik izlek olarak belirse de, bir motif olarak söylemsel yapılarda sözcükleşmese de,
dikkatli bir okura sezdirilmiş olur. Oysa sümüklüböcek ve yusufçuğun /zengin/lik, /yoksul/luk izlekleriyle karşıtlık
oluşturması metin düzeyinde açıkça sözcükleştirilmiştir: sümüklüböcek kt yusufçuk
“yoksul” “zengin”
—Temel anlam mantıksal ve kavramsal olarak tasarlanmış olup motiflerin, izleklerin, oyuncuların, eyleyenlerin, uzamın,
zamanın kesişme noktalarını gösterir. Örneğin “yoksul” ama “bilgili” ve “düşünceli” sümüklüböceğin “zengin” ve “yakışıklı”
yusufçuğu “bilgisiz” ve /düşüncesiz/ kelebekle evlenmeye ikna etmesi, hem sümüklüböceğin düşünsel gücünü hem de
“yoksul”luk ile “zengin”liğin masallarda bile bağdaşmadığını gösterir.
TEMEL ANLAM
Temel anlam, temel sözdizimin ve anlatısal anlamın tamamlayıcısı ve oluşturucusu olup üretici sürecin en soyut yapısıdır.
Anlamın oluşturucu temel öğelerini birleştirir ve ulamlar biçiminde sıralanmasını sağlar. Bu öğeler göstergebilimsel kare
üzerinde eklemlenirler. Temel anlam insanı ilgilendiren iki temel karşıtlıktan yola çıkılabileceğini öne sürer: doğa / kültür ve
yaşam / ölüm. Her yazınsal yapıtta bu karşıtlıkları bulmak söz konusu olmasa bile, temel anlamı bulmada yönlendirici
olabilir.
Temel anlamda örnek olarak, ölüm/yaşam karşıtlığından yola çıkılmıştır: Bu dörtgen /ölüm /, /yaşam /, /ölüm olmayan/ ve
/yaşam olmayan/ gibi yalın kavramlar çerçevesinde oluşturulabilir. Bu karşıtlıklardan üretilen bileşik terimler (/ömür/ ve
/ömür olmayan/) masalın içinde kısaca söz edilen ya da gizli kalmış ilişkileri, dolayısıyla anlamları ortaya koymaktadır.
Anne sümüklüböcek, tüm böceklerle ölüm konusunda karşıtlık kurar (B). /Yaşam/ı (A) ve /ölüm/ü (B) bilen, masalın sonuna
dek ve sonra yaşamaya devam eden sümüklüböcek ise /ömür/ bileşik terimini karşılar.
Ayrıca bu böcek hepsinden daha karmaşık ve yaşam konusunda deneyimli göründüğü için bu kavrama uyar. /Yaşam/
kavramı (A) kelebek ve yusufçuk için önerilmiştir, çünkü bu iki böcek /ölüm/ kavramından habersizdirler. Buna karşılık
/ölüm olmayan/ ile /yaşam olmayan/ı birleştiren eksen için /ömrü olmayan/ söz dizisiyle bir anlam evreni önerilmiştir. Okur
yalnızca sümüklüböceğin babasının vurulduğunu öğrenir, nasıl yaşadığını bilmez. /Ölüm/ kavramı ise, okurun öykü içinde
ölümüne tanık olduğu anne sümüklüböceğe uygun düşmektedir.

Ölüm olmayan/ (B olmayan) terimi /yaşam/ı (A) içerdiği için (B olmayan +A ), hem kelebeğin yaşama hazırlandığı hem de
sümüklüböceğin umutla beklediği dönemdir.
/Yaşam olmayan/ kavramı için anneyi döven ve dövdüren yaşama değer vermeyen böcekler uygun düşmüştür. /Yaşam
olmayan/ + /ölüm/ü birleştiren bu eksen kelebeğin başkasına aşık olduğu, sümüklüböceğin “ Öl, de, öleyim!” dediği, ölmenin
kelebeği “sevdiğini göstermeye” yarayacağını düşündüğü günleri gösterir. Kendisi ölmez, ama annesi dövüldükten sonra
ölür. Görüldüğü gibi “ölüm” metin içinde her kullanılışında /yaşam/ı çağrıştırır.
YAZAR VE METİNLEŞME
—Göstergebilim 1980’li yıllara dek, metni yazarından bağımsız bir biçimde, yukarıda aşamaları gösterilen üretici süreç
içinde, nesnel ve yansız olarak incelemek için yöntemler ve araçlar geliştirdi. 2000’li yıllardan sonra, bir nesne olarak metnin
yazarıyla ilişkisi, kahramanlar arasındaki duygu ve tutku ilişkileri, yazarın öznelliği nasıl yarattığı, bunu dilin hangi
öğeleriyle gerçekleştirdiği, metinde yaratılan estetik öğeler ve bunların açıklanması gibi pek çok sorun artık göstergebilimin
alanına girdi.
—Yazar ve yazarın yapıtı içinde yarattığı anlatıcı kavramı ve tiplerinin açıklanması, göstergebilimin araçlarıyla
yapılabilmektedir. Bu da kurmacayı kurmaca olmayan yazınsal yapıtlardan (yaşamöyküsü, anı, günlük..) ayırır. Örneğin
“Sümüklüböcek” öyküsü, olaylara karışmayan dışöyküsel anlatıcı, üçüncü tekil şahısla, -dili geçmiş zaman ve geçmiş
zamanın hikâyesiyle anlatılır. Yaşı, cinsiyeti olmayan bu dilsel kesit, kurmaca bir sestir.
Bu ses, öykü içinde bir kez kendisini dilsel bir birim ile gösterir: “Adını söyleyemeyeceğim bir böcek...”.
Bu anlatıcı tipi, anlatının bakış açısının belirlenmesine de yardımcı olur.
—Dışöyküsel anlatıcı kimi zaman bir ses alıcısı gibi, sümüklüböceğin neredeyse içinden geçen düşüncelerini, niyetlerini,
duygularını sezerek, seslendirerek içodaklayım yapar, bir kamera gibi onun bakış açısından çevresini ve olayları anlatır; kimi
zaman da kelebeğin, yusufçuğun içinden geçenleri anlatarak sıfır odaklayıma kayar.
Bu masal kurmaca bir anlatıcı tarafından anlatıldığı, kurmaca hayvan kahramanlar barındırdığı, düzyazıyla yazıldığı ve
sadece on bir sayfa olduğu için, roman ya da hayvan masalı olamaz.
“Sümüklüböcek şimdi hâlâ yoldadır (...) Ne olursa olsun, sümüklüböcek hâlâ gider yolunda” anlatım biçimiyle masala
yaklaşsa da, yazar bunu çağrıştıran “peri masallarını andıran düşler görüyordu” söz dizisiyle okurunu uyarsa da,
kahramanların şematik olmayışı, ruhsal çözümlemeler ve insan ilişkilerini çağrıştıran anlatımlarla öykü özelliklerini taşır.
Bundan sonra, sözceleme öznesi olan yazarın öyküde benimsediği biçem özelliklerine bakılabilir. Yücel’in bu anlatısında da
her zamanki gibi Türkçenin kullanımına çok titizlik gösterdiği, hiçbir dilsel eksikliğe ve yanlışlığa yer vermediği
gözlemlenmiştir Bu öyküde yazar teklifsiz dilde ve yazın dilinde görülen ikilemeleri çok kullanmıştır. Yalnız yarım sayfalık
bir bölümde altı ikileme saptanır: “ahım şahım”, “ufak tefek”, “kara kuru”, “pırıl pırıl”, “renk renk”, “sürü sürü”.
Öyküde kullanılan yazınsal özellikler aşağıdaki gibi incelenebilir.
Kalıplaşmış imgeler (StErEotype): Belli bir çevrede bir öznenin önceden kabul ettiği ve taşıdığı, tasarlanmış imge.
Kimi zaman çok basite indirgenmiş olan bu imge, olumlu da olabilir olumsuz da.
• Kalıplaşmış imgeler: Tahsin Yücel masal-öyküsünün başında “Babasını vurmuşlardı” sözcesiyle, okuru yerel ve evrensel
gerçeklik içine yerleştiriyor.
Anlatının sonundaki “Demir asa, demir kazık gidecekti” sözcesi Kerem ile Aslı masalında da kullanılan uzun ve zorlu bir
arayış yolculuğunu çağrıştıran kalıplaşmış imgeyle okuruna geleneksel Türk masalını anımsatıyor.
• Kalıplaşmış deyimler: “iğne ipliğe dönmek”, “iki gözü iki çeşme ağlamak”, “ türküler yakmak”, “deli gibi sevmek”,
“türküler düzmek”, “karnı tok olmak”, “yüzüstü bırakmak”...
—Bu deyimleri ortalama Türkçe bilenler kolaylıkla anlayabilirler. Bu da okurun kolaylıkla kurmaca evrenine girmesini
sağlar.
—Bu anlatıda yazar, sümüklüböceğin annesi için her zaman “ana” sözcüğünü kullanmıştır. Bu sözcük ile birlikte “oğul”
sözcüğü kullanılmış olmasa da, /ana oğul/ birlikteliğini düşündürür. “Ana”, ölçünlü dilde kullanılan “anne”ye göre daha
yakın, duygu yüklü bir sözcük gibi görünmektedir. Zaten yazar sümüklüböceğin annesinin oğluna şefkatini göstermek için
“ana” sözcüğünü yedi kez, “anacığı” sözcüğünü ise altı kez kullanmıştır.

• Metinlerarası ilişkiler: Yazar masalını oluştururken kendi kültürel, bilimsel birikiminden yararlanmış, kendi metninden önce
yazılmış başka metinlere gönderme yapmıştır. Fransız Dili ve Edebiyatı profesörü olan Yücel, kurmaca anlatıcısına “Çok
güzel bir şarkı vardır, bir yıldıza gönül vermiş bir sürüngenden söz eder” dedirtir.
—Yazarın söz ettiği, Victor Hugo’dan beş dizelik bir benttir:
Kendisini saklayan gecenin içinde kaybolmuş sizi seven
Bir yıldıza aşık bir solucan gibi acı çeken
Gerekirse sizin için canını verecek;
Ve siz yükseklerde parlarken ölecek
Ayaklarınızın altında, karanlıkta orada bir adam var Hanımefendi.
—Anlatıda “yıldız” betisinin /yükseklik/le birleşen önemli bir motif olduğu daha önce belirtilmişti.
Bu metinlerarası ilişki, ancak bu beş dizeyi bilenler tarafından sezilebilir; tıpkı “demir asa, demir kazığın”
Kerem ile Aslı masalını düşündürmesi gibi. Bu iki anlatıya yapılan göndermeler, bilgili ve birikimli bir okuru metnin sonuna
da hazırlar. Gönderme yapılan iki metin, “Sümüklüböcek” anlatısında küçük anlam evrenleri oluşturarak erken anlatım
yaparlar.
Erken Anlatım: Bir yapıtın içine aldığı, yapıtın tümüyle benzerlik ilişkisi kuran bölüm.
• Söyleşimlilik: Anlatıcı ile yazar, anlatıcı ile oyuncunun seslerinin ve anlam evrenlerinin birbirine karışması sonucu
hangisinin konuştuğunun anlaşılamamasıdır. “Çok güzel bir şarkı vardır, bir yıldıza gönül vermiş bir sürüngenden söz eder”.
Bu sözcede anlatıcı, geniş zaman kullanarak değişmez bir bilgi sunar gibidir.
“Gibidir”, çünkü anlatıcının sözünü ettiği aşk bir şarkıda değil, şiir biçiminde yazılmış bir tiyatro yapıtında geçer. Böylece
sözcelem öznesi Yücel biraz da kendini saklayarak, bilgi ve birikimini anlatıcı aracılığıyla sunar; okur tam olarak hangisinin
konuştuğunu anlayamaz.
• Anlatıcı ile oyuncunun sesleri karıştığında, anlatıcı oyuncunun duygularını, düşündüklerini, hatta söylediklerini üçüncü tekil
şahısla ve kendi sesiyle aktarır. “Ne tuhaf! Hiç bir şey düşünemiyordu”; “Eski günler neredeydi?”. Bu sözceleri, “Ne tuhaf!
Hiç bir şey düşünemiyorum” şeklinde sümüklüböcek de söylemiş ve anlatıcı da aktarmış olabilir, onun yerine anlatıcı da
söylemiş olabilir.
“Eski günler”i arayan anlatıcı da, sümüklüböcek de olabilir; belki de anlatıcı sümüklüböceğin özlemini aktarmaktadır. Bu
belirsizlik iki sesin karışmasını ve söyleşimliliğin oluşmasını sağlar.
Bu öyküde kullanılmış başka yazınsal ve dilsel araçlar içinde burada yalnızca dördü kısaca incelenmiş ve öyküde yaratılan
güzelduyusal (estetik) anlam ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.